Bize Ulaşın ★0538 669 1917 ★iletisim@sep.org.tr

BİLDİRGE 2: EMPERYALİZME KARŞI MÜCADELE

Emperyalizmin tepesindeki dengeler kırılganlaşmış durumda. 2008 krizinin ekonomik, siyasal etkileri; ABD’nin ekonomik gerileyişi ve Çin’in yükselişi emperyalist rekabeti kızıştırıyor. Dünyanın dört bir köşesinde emperyalist savaşların sayısı, şiddeti ve bölgesel ölçeği artıyor. 

Emperyalist çelişkilerin şiddetlenmesi tesadüf değil; 2008 krizinin doğrudan sonucudur. Her büyük kapitalist kriz, sermaye için düşen kar oranlarının sürdürülemez bir noktaya gelmesinin ifadesidir; bu çerçevede de kapitalistler arası rekabeti ülke sınırları içi ve dışında şiddetlendirir. 2008 krizinin etkisi bu gerçekliğin ötesine taşınmıştır. 1990’lar itibariyle Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrasında dünyanın tek süper gücü haline gelen ABD, devamındaki 20 yıl boyunca bu pozisyonunu korumak için gerekli niteliklere haizdi. Dünya çapında başka ekonomik büyük güçler olsa da Batı Bloğunu siyasal ve askeri liderliği altında toplamış ve Çin’i küresel ilişkilere entegre etmiş bir ABD, tartışılmaz şekilde emperyalizmin ağababasıydı. Yeni yükselen bilgisayar teknolojilerine önderlik etmesiyle, finansal genişlemenin merkezine yerleşmesiyle ekonomik kapasitesi yüksek, askeri çapı dünyanın geri kalan ülkeleriyle karşılaştırmasız üstün, politik olarak tartışmasız lider ve kültürel olarak mutlak cazibe merkezi olacak kadar güçlüydü. Ancak bu zafer havası sonsuza kadar sürmedi; ABD’nin ekonomik tıkanması 2008 kriziyle ayyuka çıktı. 2008 krizi, emperyalist ilişkiler açısından yeni bir sayfa açtı. Bu büyük kriz karşısında ABD ve Batı’nın büyük ekonomileri ağır yara alırken Çin, dünya ekonomisini canlı tutan güç olarak yükseldi. Yükselişini uluslararası siyasal etkisini güçlendirerek pekiştirmek adına Bir Kuşak Bir Yol projesiyle uluslararası yatırımlar yapan, ülkeleri borçla kendisine bağlayan bir süper güç olma yolunda önemli mesafe katetti. 2001’de Çin’i Dünya Ticaret Örgütü’ne dahil ederek küresel bir ticari güç olmasına aracılık eden ABD açısından Çin artık elinden tutulan bir müttefik değil; geleceğe dair tehlikeli emareler veren bir rakip pozisyonuna taşındı. 

Çin’in emperyalizmin tepesine yükselmesi kısa vadenin işi olmayacak; henüz ne askeri ne ekonomik kapasitesi, ne küresel politik etkisi bu düzeyde. Ancak ABD, Çin’in hızlı yükselişinin ve kendisinin liderlik kapasitesinin gerilediğinin farkında. Bu yüzden kendi çıkarlarına yönelen tehditleri önden bertaraf etmeyi ve emperyalist rakiplerinin önünü almak için uluslararası gerilimleri artırmayı temel dış politikası olarak önüne koymuştur. Savaşların yayılma eğiliminde olmasının arkasında bu emperyalist denklemler vardır. Emperyalist hiyerarşinin Çin öncülüğünde zorlanması ve buna karşılık olarak ABD’nin geliştirdiği strateji, dünyayı yeniden bloklaşmaya sürüklemektedir. Bu bloklaşma Soğuk Savaş dönemi kadar keskin olmasa da ABD’nin öncülük ettiği NATO Bloku ile Çin ve Rusya’nın etrafında şekillenen blok arasında bir emperyal kutuplaşma şekillenmektedir. 

2008 krizi sonrası artan kapitalist rekabet, dünya çapında ekonomik milliyetçiliğin yükselişini beraberinde getirmiş; geçtiğimiz 30 yıla damga vuran küreselleşme, serbest dolaşım raftan inmeye başlamış bunların yerini rakiplere karşı gümrük duvarları, artan ithalat vergileri almıştır. Korumacılığın ve milliyetçi hezeyanları yükselten siyasetçilerin dünya çapında öne çıktığı bu dönemde uluslararası gerilimler çok daha sıklıkla karşımıza çıkacaktır. 

Emperyalizm, kendi sermayelerinin çıkarlarının peşinde hareket eden ulus devletler arasında küresel piyasaları ve hakimiyet alanlarını paylaşmak için yürütülen ekonomik ve jeopolitik bir rekabet sistemidir. Emperyalist düzen, ulus devletleri, jeopolitik ve ekonomik güçleri temelinde hiyerarşik bir şekilde konumlandırır. Bu hiyerarşinin tepesinde ABD; hemen altında da emperyalist devletler olarak Çin, Rusya, Almanya, Britanya, Fransa, İtalya gibi gelişmiş kapitalist ülkeler yerleşmektedir. Bu hiyerarşinin bir alt katmanında ise emperyalist güçlerin küresel ölçekte sahip olduğu ekonomik ve jeopolitik gücü kendi bölgesinde taşıyan alt-emperyalist; Hindistan, Brezilya, İsrail, İran, Güney Kore ve Türkiye gibi ülkeler yer almaktadır. 

Emperyalizm, sömürgeciliğin modern bir biçimi değildir. Emperyalizm çağında devletler arasındaki ekonomik ilişkileri belirleyen eşitsizlik temelinde karşılıklı bağımlılıktır; hiçbir devlet ekonomik ilişkiler açısından diğerlerinden bağımsız ve izole olamaz. Bu bağlamda sömürgeciliğin hala hüküm sürdüğüne dair tezler, az gelişmiş kapitalist ülkelerin bağımsızlığının propagandasını yaparken hem emperyalist sistemin vardığı noktada gerçekleşmesi imkânsız bir çağrıyı yükseltmekte hem de toplumsal muhalefetin taleplerini kapitalist sistemden topyekûn kurtuluşa değil ulusal bağımsızlığa yönlendirerek gerici bir pozisyon oynamaktadır. Bağımsızlıkçı söylemler diğer yandan da milliyetçi burjuva unsurların anti-emperyalizm kisvesi altında ekonomisi ve silahıyla “güçlü devlet” propagandasına hizmet etmekte böylelikle de işçi sınıfına şovenizm zehrinin enjekte edilmesine aracı olmaktadır.

Bağımsızlıkçı tezlerin bir versiyonu olan Üçüncü Dünyacılık, gelişmiş kapitalist ülkelerdeki uzlaşmaz sınıf karşıtlığını reddederek yani bu ülkelerdeki işçiler ve ezilenlerle kapitalistlerin son kertede ortak çıkarlara sahip olduğunu iddia ederek bir çeşit medeniyetler çatışması vaaz eden tehlikeli bir gericilik türüdür. Çünkü işçi sınıfının uluslararası birliğini hatta enternasyonal sınıf dayanışmasını reddeder, böylelikle sosyalist dünya devrimini ve sonuçta kapitalist emperyalist sistemin yeryüzünden silinmesini yadsımış olur.

ABD dış politikası ile dönemsel çıkarları ters düşen milliyetçi burjuvaları ya da değişik küçük burjuva radikallerini anti-emperyalist ve buradan yola çıkarak ilerici bir müttefik olarak ilan etme hastalığı esas olarak Stalinizmden miras kalmıştır. Rusya, Hizbullah, Suriye, İran, Sudan gibi örnekler anti-emperyalist güçler olmadıkları gibi esasında alternatif emperyalist projelerin bir parçasıdır. Anti-emperyalizm, bir emperyalist gücün dış politikaları ile çelişmekten öte kapitalist sistemi topyekün karşıya almayı ve ona karşı mücadeleyi gerektirir. Bu anlamıyla gerçek anti-emperyalist güç sadece devrimci işçi sınıfı hareketi ve onun yolunda mücadele veren devrimci Marksist parti ve örgütlerdir.

Emperyalizm, kapitalist ilişkilerin ulus devletler üzerinden dünya sahnesine taşınmasını ifade eder. Ulus devletlerin askeri, ekonomik ve siyasal gücüyle şirketlerin çıkarlarının kollanmasına denk düşen emperyalizme karşı olmak kapitalizme karşı olmayı baştan gerektirmektedir. Anti-kapitalist olunmadan anti-emperyalist olmak mümkün değildir.

Emperyalist Savaşa Karşı Devrimci Tavır

Devrimciler, barış yanlısı pasifistler değildir; haklı ve haksız savaşların birbirinden ayırt edilmesi gerekir. Emperyalistler arası savaşlarla, büyük bir emperyalist gücün küçük devletlere yönelik işgal ve saldırıları farklı politik tavırlar gerektirecektir. Artan gerilim ve sıcak çatışmalar ortamında devrimcilerin ilk işi savaşın taraflarının emperyalist hiyerarşideki konumlarını tespit etmek; aslında iki büyük emperyalist gücün perde arkasından süren savaşı anlamına gelen vekalet savaşlarının ayırdına varmaktır. 

Devrimci işçi sınıfı, çeşitli ulusların burjuvazileri arasında üstünlük uğruna sürmekte olan emperyalist bir savaşta kendi burjuvazisinin mağlubiyetinin devrimci olanakları güçlendireceği gerçeğinden hareketle devrimci yenilgici bir pozisyon almalı ve emperyalist savaşı devrimci iç savaşa çevirmenin yollarını aramalıdır. Bu anlamıyla barış çağrıları etrafında yürütülen pasifist propagandayla devrimcilerin bir işi olamaz. Böyle bir durumda “asıl düşman içeride” çağrısı etrafında yürütülecek devrimci propaganda sınıfın öncüsünün omuzlaması gereken tarihsel bir sorumluluktur.

Büyük bir emperyalist gücün zayıf ulusal devletlere karşı girişeceği işgal ve saldırılarda tüm dünya proletaryası emperyalist saldırganın yenilgisi için mücadele etmelidir. Bu, kesinlikle, saldırıya maruz kalan ülkenin milliyetçi burjuvazisine ilerici anlamlar bahşetmek şeklinde olmamalı, bilakis o ülkedeki devrimci sınıf hareketinin güçlenmesine ve muhtemel iktidar değişikliklerinde belirleyici bir rol oynamasına elden geldiğince yardımcı olunmalıdır. Bu anlamda dünyanın geri kalanından farklı olarak işgal ve saldırıya maruz kalan ülkenin devrimcileri kendilerini milliyetçi duruşlardan arındırarak çalışmalarını muhtemel rejim değişikliği durumunda iktidarın proletaryanın eline geçmesi hedefine odaklamalıdır.

Sosyalist Emekçiler Partisi’nin, mevcut jeopolitik içinde gelişecek emperyalist çatışmalarda tavır alırken temel alacağı ilkeler şunlardır: 

  • Emperyalist hiyerarşi içinde farklı güç odakları bulunsa da bugün emperyalizmin ağababası ABD’den başkası değildir. Dünya çapına yayılmış askeri üsleriyle, uluslararası ölçekte rekabet tanımayan askeri kapasitesiyle dünya halklarına kan kusturan bu canavar bizim en başlıca düşmanımızdır. 
  • Devrim mücadelesi öncelikle bir ülkenin sınırları içinde başarıya ulaştırılması hedeflenen bir kavgadır. Bu çerçevede mücadele ettiğimiz ülkedeki egemen sınıfın zayıflığının işçi sınıfı ve ezilenlerin mücadelesinin önünü açacağının bilincinde olmak şarttır. Devrimcilerin bir emperyalist gerilimde hedef tahtasına öncelikle kendi egemen sınıfı ve onun emperyalist müttefiklerini oturması gerekir. Bu çerçevede, bir NATO ülkesi olan Türkiye’de mücadele eden devrimciler olarak emperyalistler arası bir gerilim açığa çıktığından ilk olarak ABD ve NATO bloğunu hedef alacak; bu blokla hiçbir durumda yanyana gelmemeyi ilke edineceğiz. 
  • Türkiye alt-emperyalist bir ülkedir. Türkiye’nin kendi bölgesinde ekonomik ve jeopolitik rekabete girerken emperyalist devletlerin tepkileriyle karşılaşması mazlum bir ülkeye yönelmiş emperyalist müdahaleler olarak kavranamaz. Türkiye’de mücadele eden devrimciler olarak kendi egemen sınıfımızın bölgesinde her türlü yayılmacılığına, işgal girişimlerine ve diğer ülkelere yönelik askeri operasyonlarına karşı mücadele edeceğiz.
  • Rusya, Çin ve müttefiklerinin de emperyalist yayılmacılık adına hareket ettiğini ve NATO bloğuyla dünya emekçilerinin düşmanlığı konusunda birbirinden farkı olmayan rakipler olduğunun bilincindeyiz. Emperyalizme dolayısıyla kapitalist sisteme gerçek darbe şu ya da bu emperyalist gücü diğerine karşı dolaylı ya da dolaysız şekilde savunarak vurulamaz. İşçi sınıfı hareketi ve devrimci güçlerin politik bağımsızlığını herhangi bir burjuva gücün duruşu lehine terk edilmesi yalnızca sınıf mücadelesini zayıflatmaya ve onu çeşitli milliyetçi burjuva güçlerin hizmetine sokmaya hizmet eder.
  • Sosyalist Emekçiler Partisi, Ukrayna Savaşı’nın Batı Bloku’nun Ukrayna üzerinden Rusya’ya karşı yürüttüğü bir savaş olduğunun bilinciyle bu iki emperyalist blok arasında bir tercihte bulunmaz. Emperyalizmin ağababası ve Türkiye’nin uluslararası ortağı ABD’nin emperyalist saldırganlığı ilk hedef tahtamız olacaktır. Çin ile bir gerilimin taşları döşeyen ABD’nin Tayvan üzerinden bir savaş başlatması durumunda da tavrımız Ukrayna’daki savaş ile aynı olacaktır.

Sosyalistler Varsa Umut Var!
SEP’e KATIL, DEĞİŞTİRELİM!

İletişim

0538 669 1917

iletisim@sep.org.tr

Genel Merkez: Kocatepe Mah. Bayındır 2 Sok. 45/7 Kızılay/ANKARA

SOSYALİZM KAZANACAK!