7 Ekim saldırıları şimdiden Ortadoğu tarihi için keskin bir dönüm noktası oldu. Önce Filistin hedefe kondu. Ardından Lübnan’da Hizbullah’a çok ağır bedeller ödetildi. Ve şimdi İran’ın bir diğer müttefiki Suriye, cihatçıların eline düşme tehlikesiyle karşı karşıya. Suriye’den sonra Netanyahu-Trump ortaklığının İran’a saldırması ihtimali ufukta beliriyor. Ortadoğu’da İran’ın “direniş ekseni” dediği ittifakın kolu kanadı kırılıyor. Bu arada hemen söyleyelim, Suriye’de AKP-İsrail üstü örtülü çıkar birliği saklanacak gibi değil. Esad ağır şekilde cezalandırılırken Halep ve İdlib bölgesi yeni bir “Talibanistan” olarak AKP’nin arka bahçesi haline geliyor ve Kürtler üzerindeki baskılar yoğunlaşıyor.
Esad’ı devirme ve Suriye’de İslamcı bir yönetim kurma projesinin ikinci ayağı, cihatçıların beklenmedik derecede kolay zaferleriyle başladı. Öyle ki Suriye iç savaşının en korkunç yıllarında bile Halep’in doğu yarısını ve o bölgedeki askeri üsleri bırakmayan Suriye Ordusu, bu seferki taarruzda hiçbir direniş göstermeden güneyde Hama’ya kadar düzensiz biçimde çekilmiş durumda. Nice bedellerle cihatçılardan alınan bölgeler neredeyse kurşun atmadan İslamcılara teslim edildi. Milyonlarca Alevi ve Hristiyan’ın etnik temizlik ve hatta soykırıma uğrama tehlikesi hiç yabana atılmayacak bir olasılık durumuna yükseldi. Suriye Kürtlerinin ulusal kazanımlarına karşı olan düşmanlık zemin kazandı ve Trump’ın Fırat’ın doğusu için Erdoğan’a tavizler verme olasılığı önemli bir ihtimal olarak ortada duruyor.
Cihatçıların bu kolay zaferinde aslan payı tartışmasız biçimde İsrail ve ABD cephesine ait. Zayıf Suriye Ordusu’nu ayakta tutan Hizbullah ve Iraklı Şii milisleri Suriye’den çıkmaya zorlayan İsrail, cihatçı zaferin koşullarını bir güzel hazırladı. Aylardır bu operasyona hazırlanan HTŞ liderliğindeki cihatçıların Suriye Ordusu’ndan kat be kat üstün maddi imkanlara, istihbarata ve motivasyona sahip olduğu görüldü.
HTŞ’ye Dair Kısa Bir Not
Saldırının ana gücü Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ), eski adıyla Nusra Cephesi kimdir? HTŞ 2011 yılında El Kaide’ye doğrudan bağlı olarak Nusra Cephesi adı altında kuruldu. Örgütün kuruluş emrini bizzat IŞİD lideri Ebu Bekir el-Bağdadi verdi. Bu bilgiler şimdilerde unutturulmak isteniyor, ama bizler hatırlatmaya devam edeceğiz. Derken Nusra Cephesi IŞİD’le ayrıştı ve bu iki örgüt arasındaki boğazlaşmalarda binlerce kişi öldürüldü. Nusra Cephesi lideri Colani faydacı bir yaklaşımla terör örgütü imajından çıkmak adına El Kaide’den ayrıştı ve yeni bir isim alması gerekti. İşte kısaca IŞİD bozması HTŞ budur. Türkiye ve ABD’nin terör örgütü listesinde bulunan HTŞ’nin gerçekte tam da bu güçler tarafından yoğun destek görmesi emperyalist ikiyüzlülüğün dışavurumudur.
Halep’i düşüren saldırının ikinci gücü ise AKP’nin maaşa bağladığı eski ÖSO, yeni adıyla Suriye Milli Ordusu’dur. SMO’nun esas derdinin Suriye Kürtlerinin ulusal kazanımlarını yok etmek olduğu kimse için sır değil.
Bunun dışında Halep’e yerleşen İslam Ordusu gibi başka cihatçı şebekeler var ki ileride bu gruplar arasında çatışmalar yükselebilir, iç savaş bu sefer İslamcı fraksiyonlar arasında yaşanabilir. HTŞ’nin genişlettiği emirliğinde diğer fraksiyonlara iktidarda yer vermesi beklenmemeli, ama HTŞ’nin çeşitli kolları arasında çatlamalar gayet mümkün. Hatta IŞİD bu elverişli iklimi kullanarak yeniden bir sıçrama yapabilir. Suriye İç Savaşı’nın ilk bölümünde, daha önce de Afganistan’da yaşanan buydu.
Savaşın Gidişatı Çok Geçmeden Görülecek
Savaşın gidişatı önümüzdeki günlerde hatta saatlerde açığa çıkmış olacak. Çünkü kısa süre sonra Suriye Ordusu’nun Hama kuzeyinde bir direniş sergileyip sergilemeyeceğini göreceğiz. Toz duman içerisinde gelen ilk bilgiler Hama kuzeyinde bir savunma hattının oluşturulduğu yönünde, diğer taraftan cihatçılar o yönde kapsamlı saldırılarına başlamış değiller. Eğer güçlü bir savunma örülebilirse Suriye Ordusu direnecek ve iç savaş uzayacaktır. Savaş uzadıkça Rusya ve İran, Suriye sahasında toparlanıp güçlerini Esad’a destek konusunda birleştireceklerdir. Hatta Çin’in dahi Suriye denklemine daha yüksek perdeden dahil olma olasılığı belirebilir. Iraklı Şii milislerin İsrail ve ABD hava saldırılarından korunarak küçük gruplar halinde Suriye’ye girdiği haberleri geliyor. Diğer taraftan yüzlerle ifade edilen savaşçı sayısının dengeleri tek başına değiştiremeyeceği ortada. Hizbullah da her ne kadar ağır darbeler alsa da İsrail ile çatışmalar durulduğu ölçüde yeniden Suriye’ye dönebilir. Bunun dışında Suriye Ordusu’nun sivillerden oluşan gönüllü milis güçleri ne kadar geniş çapta örgütleyeceği de önemli bir askeri denge unsuru olacak. Bundan sonra Suriye’nin kaderi şu iki sorunun cevaplarına göre şekillenecek:
Suriye Ordusu savaşçı bir kapasite koyup Hama önlerinde ve Akdeniz sahil cephesinde direniş koyabilecek mi?
Cihatçıların patronu durumunda olan AKP, Rusya’dan çekinerek ve HTŞ’nin kontrol dışına çıkma ihtimalini hesaba katarak HTŞ’ye bir yerde durma baskısı yapacak mı, yoksa biz karışmıyoruz görüntüsü altında Şam Emevi Camii’nde namaz kılma fırsatını mı kovalayacak?
Şimdilik bu konular netlik kazanmadı, çünkü cihatçılar Halep ve civarındaki kazanımlarını konsolide etmek istiyor. Yani en geç önünmüzdeki bir iki gün içerisinde Hama ve Lazkiye yönlerinde bir taarruzun başlayıp başlamayacağı netleşmiş olacak. Aynı şekilde taarruz başlarsa Suriye Ordusunun direniş kapasitesi de görülecek. Suriye Ordusunda böyle bir kapasite yoksa diplomasinin koşulları da zaten ortadan kalkmış olacak, Esad düşecek. Bunun dışında cihatçıların Suriye ile Irak bağlantısını kesmek için doğuya yönelmesi, Palmira gibi yol üzeri şehirleri ele geçirmesi ve böylece zaten İsrail ve ABD hava saldırıları altında olan Irak destek hattını tamamen kurutmaya çalışması beklenebilir. Son haberler ABD uçaklarının İran destekli milisleri Suriye-Irak sınırında bombaladığı yönünde. Yani HTŞ-ABD-AKP ortaklığı giderek daha çok gözle görünür bir hal almış durumda.
Rojava’da Durum
Meselenin bir önemli ayağı da Rojava. AKP iktidarı mezhepçi saikler yanında Kürt karşıtı saiklerle de fetihçilik peşinde koşuyor. Ülke içerisinde cihatçılara karşı duyulabilecek tepki Kürt kartı sayesinde dengeleniyor. Milliyetçilik ve şovenizm tırmandırılıyor. AKP-MHP tabanı fetihçilik oyunlarıyla mutlu ediliyor. Sahadaki duruma gelirsek… ABD’nin Fırat’ın batısına karışmama tavrı nedeniyle Halep civarındaki YPG birlikleri açık hedef durumuna düştü. Gelen haberlere göre YPG, ikmal hatları kesilen Halep’in iki Kürt mahallesinden çekilmek zorunda kalabilir. YPG şimdiye kadar Halep’in kuzeyindeki Tel Rıfat ilçesi ve civar Kürt köylerinden çekilmiş durumda. Fırat’ın batısında YPG kontrolünde bulunan son nokta önemli bir şehir olan Menbiç. Doğrudan MİT’in güdümündeki Suriye Milli Ordusu’nun (SMO) 100 bin nüfuslu Menbiç’e saldırması bekleniyor. Menbiç’te çatışmaların yaşanıp yaşanmayacağı, ya da ne şiddette olacağını göreceğiz. ABD’nin Fırat’ın batısında yer alan Menbiç’te YPG’yi savunmasını beklememek gerekir. Diğer taraftan SMO’nun Fırat’ın doğusuna yönelik tehditleri sürerken bu bölgeye ABD’den izin almadan saldırılması pek olası görünmüyor. Vekil güçleri Halep ve çevresini ele geçiren AKP, Suriye sahasında muazzam güçlenmiş durumda. Fırat’ın doğusu için Trump’ın görev süresinin başlamasını bekleyip o zamana kadar elindeki kozları güçlendirmeye çalışacaklar.
Suriye, İran ve Rusya Cephesinin Felaket Durumu
Ortadoğu’da değişen güç dengelerini, Lübnan’daki savaşın seyrini ve genel olarak savaşın gelişiminin mantığını görenler açısından Suriye’de büyük bir hamlenin hazırlandığı açıktı. Yani en basitinden Hizbullah’ın Suriye’den çekilmesinin Suriye savunma hatlarında ne kadar büyük boşluklar yaratacağını ve buraların saldırıya açık hale geleceğini görmek için sahada görev yapan deneyimli istihbarat uzmanı olmaya gerek yoktu. Nitekim Suriye’ye yönelik İsrail saldırı ve tehditlerinin dozajı aylardır artıyordu. Ama Suriye-Rusya-İran cephesinin bu bariz tehlikeyi süzemediği anlaşılıyor. Rusya’nın Ukrayna’da ne bariz hesap hataları yaptığını görmüştük. Suriye’de de son olarak İran ile rekabet içerisinde olmak, hatta İran’ı dışlamak gibi bir hesap hatası içerisindeydi Rusya. İran’ın da 7 Ekim’den sonra başlayan bölgesel savaşın askeri, politik ve istihbarati dengelerini iyi hesaplayamadığı görülmüştü. Esad yönetimi ise içten içe kof burjuva yapısıyla toplumda bir savaş motivasyonu oluşturamamış, yeni savaşçı askeri birlikler örgütleyememiş, toplumu motive edememiş. Üstelik cihatçılardan ölesiye nefret eden geniş halk kesimleri olduğu halde Esad yönetimi bunu başaramamıştır. İç savaşlar çok güçlü şekilde politik ve sınıfsal dengelere bağlıdır. Esad rejiminin burjuva yapısı halkta gerekli dinamizmi, kararlılığı ve fedakarlığı örgütlemekten çok uzaktır. Buna ekonomik kriz, dış yardımların kesilmesi, kötü yönetim ve çürüme de eklenince Suriye Ordusu cihatçı tehlikeyi süzmeyi bırakın saldırı anında darmadağın olmuştur. Başka bir dolu örnek verilebilir belki ama düşünün yanınızda drone üreticisi olarak kendisini ispatlamış bir İran var, yine yanınızda bunları Ukrayna’da yoğun biçimde kullanan Rusya var; ama Suriye Ordusu drone alanında da tamamen yaya kalmış. Tersine drone savaşlarına adapte olan HTŞ olmuş. On binlerce cihatçının saldırı hazırlığı içerisinde olduğu istihbaratına bile sahip olamayan bir Suriye-İran-Rusya aksı görüyoruz. HTŞ önderliğindeki cihatçılar ise çok iyi donanımlılar, istihbaratları çok kuvvetli, teknolojik silahlara erişimleri oldukça yüksek… Üstelik savunma yapmak böyle savaşlarda her zaman daha kolay olduğu halde Suriye Ordusu’nun mevzileri tutacak asker bile bulundurmadığı anlaşıldı.
Türkiye, İsrail ve ABD’nin Rejim Değişikliği Karşısında Tutumları
Zamanın ABD Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey 2020’de yaptığı değerlendirmede HTŞ için şu değerlendirmeleri yapıyordu: “Bunlar doğrudan El Kaide’nin uzantıları, terör örgütü olarak kabul ediliyorlar ancak öncelikli olarak Esad rejimiyle mücadeleye odaklanmış durumdalar. Henüz biz bu iddiaları kabul etmedik ama kendileri, terörist değil vatansever muhalif savaşçılar olduklarını iddia ediyorlar. Bir süredir uluslararası bir tehdit oluşturduklarını görmedik.” Örnekte görüldüğü gibi ABD her zaman kullanışlı cihatçıları bağrına basar. Son Halep taarruzunun Rusya ve İran’ı zayıflatmasından ötürü de mutlular. Diğer taraftan “HTŞ ne kadar ehlileşti” sorusu olası bir HTŞ şeriat devletinin yan etkileri gündeme getirir. Bırakın Esad rejimini tümden devirmeyi Halep ve çevresindeki geniş kaynakları ele geçirmesi dahi HTŞ için muazzam bir insan kaynağı, asker kaynağı ve ekonomik imkanlar anlamına gelecek. Bütün bu kaynakların iş görmesi esas olarak güçlü kuzey komşu Türkiye’ye bağlı olsa da bu şekilde güçlenen “HTŞ elde tutabilecek mi”, ya da “kiminle iş tutmaya başlayacak” bunlar ABD ve Türkiye açısından sıkıntılı konular olabilir. Milyonlarca Alevi ve Hristiyanın can telaşıyla Lübnan’a sığınması durumunda ne yapılacaktır? Savaşla beslenen İsrail devletinin Suriye’deki İslamcı bir rejimden korkmasını beklememek gerekir, zaten Selefi İslamcılarla İsrail’in arasının iyi olduğu da biliniyor. Ama yine de Suriye’nin büyük ölçüde Türkiye güdümüne girmesi, ABD ve İsrail için pek sevimli bir senaryo olmayabilir. AKP açısından da durum hem iştah açıcı hem de risklidir. Karışık olmayan kısım Kürtlerin engellenmesidir. Karışık olan kısım ise Türkiye’nin HTŞ’nin hamisi olarak hangi riskleri alabileceğidir. AKP zamanı geldiğinde HTŞ’den kurtulabilecek midir? Rusya ile tam olarak hasımlaşmadan bu işi sürdürebilecek midir? HTŞ yönetiminin çatırdaması, IŞİD’in hortlaması ya da farklı ve yeni bir iç savaş ihtimalinde yeni mülteci dalgalarının başlaması durumunda ne yapılabilecektir? Bütün bu olasılıklar ve riskler Esad’ın kolu kanadı kırık da olsa ayakta kalmasının diplomatik açılardan mantıklı bulunabileceğini akla getiriyor. Halep ve İdlib ile sınırlı bir HTŞ Ankara açısından da daha kolay yönetilir bir güç olarak değerlendirilebilir.
Sonuç
AKP aşırı dinci fanatikleri hamiliğini yaparak Suriye’nin belini doğrultmasına izin vermedi. Şimdilerde bir çeşit Taliban yapısının Suriye’de hakim olma ihtimali ufukta görünüyor. Bu durumun Türkiye’deki demokratik haklar üzerinde olumsuz etkileri olacağı açıktır. Türkiye’de etkin bir sol muhalefetin AKP’nin dış politikadaki saldırganlığını sınırlayabileceğini akıldan çıkarmamak gerekir. Ortadoğu gibi bir coğrafyada örgütlü olmadan ayakta kalmanın mümkün olmadığını son gelişmeler de bir kez daha ortaya koymaktadır.