SSCB Neden Yıkıldı?
Paris Komünü’nden sonraki ilk proletarya diktatörlüğü gelişmiş kapitalist Avrupa ülkelerinde değil Rusya’da 1917 Ekim devrimi ile kuruldu. Rusya bir köylü ülkesiydi. Ancak işçi sınıfı nicel olarak küçük de olsa büyük işyerlerinde toplanmıştı ve toplumsal üretimde küçüklüğüne oranla çok önemli bir ağırlığa sahipti. Rusya’da işçi iktidarını mümkün kılan da işçi sınıfının bu konumuydu. Ancak bir köylü denizi olan Rusya’da işçi iktidarının tek başına, uzun süre dayanamayacağı da ortadaydı. Üretici güçlerin oldukça geri olduğu Rusya’da devrimin başarısı Avrupa’daki olası işçi devrimlerinin başarısına doğrudan bağlıydı.
Beklenildiği üzere Avrupa’da bir dizi ülkede devrimci mücadele dalgası kendini gösterdi. 1918 yılında Almanya ve Macaristan’daki devrimci ayaklanmalar bir Avrupa Sovyet Cumhuriyeti’nin yakın olduğu hissinin doğmasına yol açtı. Ancak var olan ekonomik buhrana ve işçilerin mücadele isteğine karşın, bu hareketleri iktidara taşıyacak, işçi sınıfının en ileri bilinçli kesimini bünyesinde barındıran, sınıflar mücadelesinde deneyimle çelikleşmiş güçlü bir devrimci partinin olmayışı, bu devrimci kalkışmaların yenilgisine yol açtı.
Rusya’da işçi iktidarının kaderini belirleyen en önemli etmenlerden birisi de iç savaş oldu. Avrupa’daki diğer devrimlerin kaybedilmesi ile hemen hemen eş zamanlı olarak, Rusya’da karşı devrimci Beyaz Ordu işçi devletine karşı bir iç savaş başlattı. Rusya’daki Sovyet iktidarını yok etmek için emperyalist devletler Beyaz Ordu’yu desteklemekle kalmadılar, işçi devletine karşı bizzat birçok cepheden saldırıya geçtiler. Savaşın bedeli çok ağır oldu. Devrimi yapan en ileri bilinçli işçiler, sosyalizmi savunmak için Kızıl Ordu saflarında cepheye koştular; en ön saflarda ölenler de onlar oldu. Savaş, açlık ve hastalıklar nedeniyle 7 milyon insan öldü. Şehirlerde kalan işçiler de açlık nedeniyle köylere göç etmek zorunda kalmıştı. Geri kalan işçiler ve Bolşevik Parti üyeleri de ülke idaresinin sağlanması için işçi devleti memuru durumuna geldiler. Böylelikle Ekim devriminin mimarı olan Rus işçi sınıfı, atomize olarak tarih sahnesindeki belirleyici konumundan çekilmiş oluyordu.
İşçi sınıfının maddi varlığının hemen hemen sona erdiği koşullarda Bolşevik Partisi kendini işçi sınıfı yerine ikame etmek zorunda kaldı. On binlerce parti üyesi işçi devleti memuru haline geldi, bürokratlaştı. Dayandığı sınıfsal temel yok olmuş ve moralman çökmüş olan işçi devletinin bürokrasisi havada asılı kalmıştı. Bürokrasiyi seçecek, denetleyecek ve gerektiğinde görevden alabilecek işçi sınıfı iç savaş boyunca atomize olmuştu. Bu koşullar, işçi iktidarını yıkan bürokrasinin ‘ayrıcalıklı’ bağımsız bir güç olarak ortaya çıkışının maddi temellerini oluşturdu. İç savaştan sağ çıkmayı başaran işçi devletini önemli bir tehlike daha bekliyordu: şehirleri beslemek istemeyen köylüler. Yeni Ekonomik Politika (NEP) ile birlikte köylülere istedikleri tavizler verildi; özel sektörün bir serbest pazar oluşturmasına imkân sağlandı. Şehirlere gıda arzını artırmak için girişilen bu politikanın bedeli, işçi sınıfının gücünün mülk sahipleri lehine azalması ve bürokrasinin hem partide hem de işçi devletinde konumunu hızlı bir şekilde güçlendirmesi oldu.
NEP döneminde, Bolşeviklerin hükümet olmaya devam edeceğinin anlaşılması ve parti üyesi olmanın getirdiği bedellerin ki bu bedel iç savaş sürecinde en ön cephede savaşmaktı, azalmasıyla parti kariyeristlerin akınına uğradı. Bu da güçlenen bürokrasinin partide üzerinde yükselebileceği zemini sağladı.
1921 yılına ait bir veri partinin sınıfsal pozisyonundaki değişimi gözler önüne sermektedir: %8 fabrika işçisi, %56 devlet memuru, %8 parti ve sendika görevlisi, %27 ordu görevlisi. Bu süreçte sosyalist devletteki üç önemli sınıf kendisini partide üç grup olarak ifade ediyordu. Birincisi işçi sınıfını temsil eden, Troçki’nin içinde bulunduğu Sol Muhalefet; ikincisi NEP döneminde zenginleşen kulakları temsil eden, Buharin’in içinde bulunduğu sağ kanat ve sonuncusu da Stalin’in liderlik ettiği, yükselen bürokrasinin temsilcisi merkez eğilimdi. İşçi devleti dayandığı temeli, devrimci politik bir güç olarak işçi sınıfını büyük ölçüde kaybetmişti. Bu da Sol Muhalefet’in mücadeledeki kuvvetlerinin zayıf durumda olması anlamına geliyordu. Bürokrasi ise NEP ile birlikte hızlanan bir ivmeyle güçlenmişti. Öyle ki bürokrasinin mevcudu sayısal olarak devrim sürecindeki işçi sınıfı üyelerinin sayısını aşmıştı. Öte yandan sağ ve merkez eğilimlerinin politikaları sonucu uluslararası devrimler kaybedilmiş, böylelikle de işçi ihtilalinin yeni bir atılım yaparak hayatta kalmasının maddi koşulları ortadan kalkmıştı. İşçi sınıfının devrimci örgütü olan Sol Muhalefet 1927’de her şeye rağmen tüm baskıları göğüsleyerek belirleyici bir kavgaya girse de süreç içerisinde imha edilmekten kurtulamadı. 1928’de Stalin ve bürokrasi iktidarı tam olarak eline geçirdi. Bu, sınıflar mücadelesinde önemli bir kırılmayı ifade ediyordu: Üretim araçları ve toplumsal yaşam üzerindeki işçi kontrolü, Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı ile yasaklandı.
Yeni rejimin yasalarına göre, fabrikalarda ve iş yerlerindeki tüm kontrol fabrika müdürlerine aitti. Eski rejimi savunanlar şiddetli cezalara çarptırılacaktı. İşçi iktidarı, kendini bir sınıf olarak örgütlemeyi başaran bürokrasinin karşı devrimi sonucu tarih sahnesinden çekildi. Karşı devrimin lideri Stalin, devrimi başarıya ulaştıran bir kuşağın boğazlanması eyleminin niteliklerini şahsında birleştiren tarihsel bir kişiliktir.
Karşı devrimlerin en klasik sonuçlarından birisi olan devrim kadrolarının imhası Rusya’da da gerçekleşti. Bolşevik Partisi’nin önder kadrolarının hemen hemen tamamı Stalinist karşı devrim tarafından katledildi. Ekim Devrimi ve Bolşevik Parti geleneklerinden süzülerek gelen sayıları milyonu bulacak kadar çok olan komünistler, Stalinist bürokrasi tarafından yok edilecekti. Öyle ki Stalinist bürokrasi tarafından öldürülen komünist sayısı, Hitler Mussollini ve Franco tarafından öldürülen komünistlerin sayısının toplamından daha fazladır.
Stalinizm ile Bolşevizm arasında Bolşeviklerin kanından oluşan bir kan nehri vardır. Dünya sınıf mücadelesi tarihinin çıkardığı en yetkin kuşağın Stalinist bürokrasi elinde can vermesinin etkileri hala tüm dünyada hissedilmektedir. Artık söz konusu olan kapitalizmin yeni bir versiyonuydu: bürokrasinin kendisini egemen sınıf olarak örgütlediği bir tür kapitalizm: bürokratik devlet kapitalizmi. İşçi sınıfının politik iktidarının gasp edildiği, üretim sürecindeki yönetici pozisyonuna son verilerek yeniden makinenin bir uzantısına dönüştürüldüğü bir durumda Rus işçi sınıfı, politik bir güç olarak aktif yaşamdan tamamen silinmiş, iktisadi yaşamda ise ilkel birikimin vahşi sömürüsünün kırbacı altında inlemek zorunda kalmıştır.
Böyle bir durumda işçi sınıfının kazanımlarından bahsetmek mümkün değildir. Tam tersine SSCB’de işçi sınıfı, milliyetçi Rus bürokrasisinin daha güçlü bir devlet yaratma hedefi doğrultusunda dünyanın geri kalanındaki sınıf kardeşlerinden çok daha yoğun bir sömürü ilişkisine katlanmak zorunda bırakılmıştır. Bunun için yaygın bir devlet terörü gerekmiş ve işçi sınıfı en temel haklarından mahrum bırakılarak acımazsızca sindirilmiştir. Artık bir işçi devleti olmayan SSCB, dev bir tröste dönüşerek dünyanın geri kalanıyla emperyalist kapitalist bir ilişkiye-rekabete girmiştir.
Stalinizm
Sovyetler Birliği’nde işçi iktidarını karşı devrimle boğup kendisini egemen sınıf olarak örgütleyen bürokrasi, sınıf çıkarlarının ifadesi olan bir ideoloji üretmekte gecikmedi. Çok uzun yıllar tüm dünya işçi sınıfı ve ezilenlerine Marksizm ve Leninizm olarak öğretilen Stalinizm esasında Marksizm ve Leninizm’in tahrifatından başka bir şey değildir; bu nedenle Stalinizme karşı ideolojik mücadele içinde olmak devrimci Marksistlerin en önde gelen görevlerinden birisini teşkil eder. SSCB’de karşı devrimle mutlak iktidar sahibi olan Stalinizm, karşı devrimci çizgisini eline geçirdiği 3.Enternasyonal vasıtasıyla tüm dünya komünist partilerine biz dizi suikast ve tasfiyenin ardından dayatabildi. Bundan böyle Marksizm yeni kuşaklara Stalinizm olarak öğretilecek, tüm ülkelerdeki KP’ler (komünist partiler) ise SSCB’nin dış politika araçlarına dönüşecekti. Tüm dünyada nice devrim ve ulusal kurtuluş hareketi, SSCB’nin emperyal çıkarları ve Stalinist bürokrasinin olası proleter devrimlerin sonuçlarından duyduğu korku nedeniyle ihanete uğratıldı.
Devrimci işçi sınıfının zayıflamasıyla ters orantılı biçimde giderek güçlenen bürokrasi, 1924 gibi erken bir tarihte “tek ülkede sosyalizm” teorisini ortaya atmıştır. Bu teori, dünya devrimi anlayışını ve enternasyonal geleneklerini dışlaması bakımından bürokrasinin sınıf çıkarlarını kollama gereksiniminden doğmuştur. Devrimin yayılması, Rusya’da hala varlığını sürdürme-ye çalışan işçi iktidarının yeniden hayat bulması anlamına geleceğinden bürokrasinin tasfiyesine yol açacaktı. İşte bu noktada tek ülkede sosyalizm teorisi devrimlerin yayılması amacının terk edilmesinin bir ifadesiydi. Stalinizmin tek ülkede sosyalizm anlayışına paralel gerçekleştirdiği tahrifatlardan birisi de ulusalcılık, yurtseverliktir.
Devrimci Marksist geleneklere tamamen zıt olan bu anlayış “sosyalist anavatanın çıkarları” olarak ifade edilen bürokrasinin sınıf çıkarlarının yurtseverlik safsatalarıyla süslenmesinden başka bir şey değildi. Öte yandan yurtsever safsata SSCB sınırlarını hızla aşmış, Moskova güdümündeki Stalinist partiler vasıtasıyla tüm dünyaya yayılmıştır. Enternasyonalizmin yurtseverlik lehine rafa kaldırılmasının sonuçları kendisini ulusal azınlıkların acı kaderinde gösterdi. Ulusal azınlıklar, Stalinizmin elinde SSCB ve Çin’de zulme ve tehcire, Kamboçya’da ve Yugoslavya’da ise soykırıma uğradılar. Stalinizmin iktidarda olduğu süre boyunca işçi sınıfına ve ezilenlere yönelik işlediği suçlar burjuvalar tarafından Marksizmi karalamak için yoğun bir şekilde kullanıldı, kullanılıyor. Bundan ötürüdür ki Marksizmin temiz bayrağını yükseltmek için evvela Stalinizmle hesaplaşmak zorunludur.
Proletaryanın kolektif diktatörlüğü yerine tek parti diktatörlüğü anlayışı yine Stalinizm tarafından icat edilmiştir. İşçi sınıfının tüm sosyal ve ekonomik yaşamı aşağıdan yukarıya örgütleyeceği bir konseyler rejimi yerine parti bürokrasisinin emir komuta zincirine dayalı hiyerarşisini koyan Stalinizm, otoriter ve baskıcı yapısıyla da Marksist gelenekle tam bir zıtlık içerisindedir. Stalinizm, sosyalizmi devletçilik ve ekonomide planlamaya indirgediğinden Cezayir, Suriye, Yemen, Afganistan gibi ülkelerde var olan rejimleri sosyalist olarak nitelendirebilmiştir. Bu, sosyalizmin Stalinizm tarafından nasıl tahrip edilmeye çalışıldığının en önemli kanıtlarından birisidir. Stalinizmin maddi ve manevi otoritesi olan SSCB, 1970’lerdeki dünyayı pençesine alan aşırı üretim bunalımının tesirlerini üzerinden atamayarak 1980’lerde çözülmeye yüz tuttuğunda Çin Komünist Partisi çoktan serbest piyasanın yolunu tutmuştu.
Doğu Bloğu çözüldüğünde Stalinist yüksek bürokrasinin en tepe unsurları yeni burjuva cumhuriyetlerde başkanlık koltuklarına oturdular, bir kısmı da büyük kapitalistler haline geldiler. ÇKP’nin ve Vietnam’daki Stalinistlerin tuttuğu yol da Stalinizmin esas olarak milliyetçi bir kalkınma türü olduğunu gözler önüne serdi. Stalinizm sürecinden arta kalan Küba ve Kuzey Kore bürokratlarının da er veya geç serbest piyasa kapitalizmine tam uyum sağlayacakları ortadadır.
Geleneğimiz
Mücadelemiz köklerini 150 yıllık bir mücadele deneyimine sahip olan devrimci Marksist gelenekten alır. Örgütümüz, Komünist Birlik, I.Enternasyonal, II. Enternasyonal’in devrimci olan dönemi, III. Enternasyonal’in ilk dört kongresi ve Uluslararası Sol Muhalefet ile Troçki zamanında IV.Enternasyonal’in yarattığı devrimci miras üzerinden yükselecektir. Ekim Devrimi, uygarlık tarihinin gelmiş geçmiş en büyük olayı ise, devrimin Stalinizmin elinde can vermesi ve tüm devrim kuşağının boğazlanması da o oranda sarsıcı oldu, öyle ki etkileri günümüz de doğrudan hissedilmektedir. Troçki ve örgütlediği “Bolşevik-Leninist Sol Muhalefet” ve IV. Enternasyonal, bu tarihsel dönemeç boyunca Rusya’da işçi iktidarını korumak için ölüm kalım savaşına girerken diğer yandan da Marksist- Leninist geleneğin öz değerlerine sahip çıkıp gelecek nesillere temiz bir bayrak devretmiştir.
Marksist Leninist düşüncenin Stalinizmin elinde baştan aşağı bütün devrimci özünden kopartılarak tahrip edilmesi karşısında Troçki, devrimci Marksist ilkesellikle özdeşleştiği büyük bir ideolojik kavga örgütlemiştir. Bunlar, Troçki’yi sahiplenmemiz için başlı başına yeterli ve çok hayati nedenlerdir. Bunların yanı sıra Troçki, tarihin kırılma anlarının devrimci sınıf hareketinin önüne koyduğu yeni sorunsallara Marksist Leninist çizginin geliştirilmesi anlamında cevaplar üretmiştir. Troçki, özellikle azgelişmiş ülke devrimcilerinin görevlerini sistematik hale getirmiş, Ekim Devrimi deneyimlerini genelleştirmiş, Komünist Enternasyonal’in ilk dört kongre kararlarını referans aldığı Sürekli Devrim kuramına imza atmıştır. Diyalektik ve tarihsel materyalizme çok önemli bir katkı anlamına gelen eşitsiz ve bileşik gelişim yasasını ortaya koymuş, komünist Enternasyonal’in “birleşik işçi cephesi” taktiğini geliştirerek savunmuş, faşizmi tahlil edip politik sonuçlar çıkarırken aynı zamanda 20. yüzyılın sınıf hareketinin önüne koyduğu problemlere evrensel yanıtlar geliştirmiştir. 4.Enternasyonal Programı ile tüm dünya Bolşeviklerinin görevlerini Proletaryanın Dünya Partisini inşa etmek olarak belirlemiş, yine III. Enternasyonal’den temellendirdiği Geçiş Programı perspektifini netleştirmiştir.
Bütün bu noktalar Troçki’nin Marksist- Leninist geleneğin geliştirilmesine katkısı olmuştur. Hareketimiz Troçkist’tir. Bu noktada Troçki’nin Marksizm ve Leninizm’den farklı bir gelenek yarattığı düşünülmemelidir, tam tersine nasıl 20.yy’ın başında Marksizmin cisimleşmiş hali Leninizmse, Leninist duruşun cisimleşmiş hali de Troçkizm’dir. Kendilerini Marksist Leninist olarak gösteren merkezciler Stalinizmden kopamayan orta yolculuğu simgelemektedir.
Tarih Lenin’in ölümüyle durmamış, sınıf mücadelesi büyük tarihsel dönemeçlerden geçmiş ve bu süreç boyunca Lenin’in yolu, Troçki ve yoldaşlarınca tüm dünyada ölüm kalım kavgası olarak savunulmuştur. Bütün bir tarihin ve söz konusu bütün politik yol ayrımlarının üzerinden atlanamaz, işçi sınıfının tarihsel çıkarları nerede ifadelendiriliyorsa komünistlerin adresi orası olmak zorundadır.
Türkiye’de devrimci Marksist bayrağı ilk dalgalandıranlar “cihan komünizmi yolunda işçi ve köylü şuraları hükümetini kurmak” için Anadolu’ya gelen Mustafa Suphi’ler olmuştur. Ne var ki bu bayrak çok uzun süre dalgalanma fırsatı elde edememiştir.
III. Enternasyonal’in, Stalinist bürokrasinin karşı devrimci dış politikasının bir aracı haline gelmesine paralel olarak, TKP hızla yozlaşmıştır, Mustafa Suphilerin ulusal burjuvaların elinde katledilmesi TKP’ nin Stalinizasyon sürecine savunmasız girmesi anlamına gelmiştir. Nitekim TKP Şefik Hüsnü önderliğinde Bolşevik çizgiden derhal uzaklaşarak Kemalizme yedeklenen, aşamacı, milliyetçi bir düzen partisine dönüşmüştür. Türkiye’de proletarya kavgası her ne kadar devrimci Marksist önderlikten yoksun da olsa radikal mücadele deneyimlerine sahiptir. 15-16 Haziran şanlı genel eylemi, Tariş direnişi, Yeni Çeltek işçi direnişleri, 89 Baharı, Zonguldak madencilerinin Ankara yürüyüşü gibi işçi kavgaları bir yandan mücadelemize ilham kaynağı olurken, bir yandan da Türkiye’de devrimci Marksizm’in kök salması için elverişli bir zemin bulunduğunu kanıtlamaktadır. Bu topraklarda Bolşevik bir önderlik yaratmak devrimci Marksistlerinin boynunun borcudur. Bu görev işçi sınıfının uluslararası önderliğinin yaratılması ödeviyle kopmaz şekilde bağlıdır.
Devrimci Marksist geleneğimiz işçi sınıfının uluslar arası mücadelelerinden beslenmekte, proletaryanın tüm dünyada giriştiği kavgalardan öğrenmekte ve gereken dersleri çıkarmaktadır. Ancak bu şekilde gelecek mücadeleler ile devrimci geleneğimiz buluşabilir.
Bolşevik Parti
Sınıflı toplumların hepsinde ekonomik alanda egemen olanlar fikirsel alanda da egemenliğe sahiptirler. Her çağın egemen fikirleri o çağın egemen sınıfı tarafından belirlenir. Ancak, bu egemen fikirler toplumda herkes tarafından aynı şekilde benimsenmez. Yaşam sadece bu fikirlerden ibaret değildir, yaşanan deneyimler insanları bu fikirlerle çelişkili sonuçlara götürebilir. Bu nedenle, işçi sınıfının üyeleri eşitsiz ve çelişkili bir bilince sahiptir. Eşitsizlik, işçi sınıfının üyelerinin kendilerini bir sınıf olarak kavrayıp buna uygun davranma konusunda farklılıklar göstermesiyle açıklanır. Bilincin çelişkili olması ise bir alanda burjuvazinin hegemonyasını tamamen kabul ederken diğer alanlarda bu hegemonyayı reddeden görüşlerin işçilerde bir arada bulunmasından gelir. Kısacası, işçi sınıfı içinde bilinç düzeyi homojen değildir. Bilinç anlamında eşitsizlik sadece mücadelenin durgun dönemlerini etkilemez.
Devrimci durumda sınıfın çoğunluğu ne denli hızlı bir eğitimden geçse de bazı kesimler diğerlerinden ileri bir düzeyde olacaktır. Bu nedenle, en ileri sınıf bilinçli işçileri birleştiren ve oluşturacağı yapı ile işçi sınıfının diğer üyelerini de kendi düzeyine çekmeye çalışacak bir örgüte, devrimci partiye ihtiyaç vardır. Leninist parti iki temel temaya sahiptir: işçi sınıfının çıkarlarını en önde tutan mutlak olarak bağımsız ileri işçiler örgütü olmak ve işçileri kapsayan ve onların çıkarlarını etkileyen her mücadeleye pratik liderlik sağlayarak işçi kitleleri ile mümkün olan en yakın ilişkiyi sürdürmek.
İşçi sınıfının ve son kertede tüm insanlığın kurtuluş Mücadelesinin başarısı enternasyonalizmle yoğrulmuş devrimci komünist bir siyasi yapılanmanın işçi sınıfı içinde güç kazanmasıyla mümkün olabilir. Bunun için de esas olarak Marksist bir proleter örgüt olan devrimci partinin, uzun erimli hedefleri doğrultusunda sınıf hareketi içinde yorulmak bilmez sabırlı bir çalışmayla kök salması zorunludur. Sınıf mücadelesi tarihinde çok sayıda devrimci durum bu tarz bir örgüt var olmadığı için yenilgiye uğramıştır. Sınıf hareketlerinin kendiliğinden patlamaları, proletaryanın kapitalist toplumlardaki kilit pozisyonu nedeniyle bir devrimci durum yaratıp iktidar sorununu gündeme getirebilir. Öte yandan proletaryanın devrimci Marksist öncü bir örgüte sahip olmadığı durumlarda devrimci süreç egemen sınıfların bin bir çeşit manevraları karşısında belli bir aşamadan sonra gerileyecektir.
Devrimlerin başarısı birbirleriyle iç içe geçmiş olan onlarca siyasi, ekonomik, psikolojik faktöre işçi sınıfının devrimci yanıt üretebilmesine bağlıdır. Bunun başarılması için gereken en önemli şey, devrimin sınıf mücadelesinin önüne çıkardığı sorunlara yanıtlar üretebilen, Marksist ideolojiyle donanmış, işçi sınıfı içinde kök salmış, mücadele içinde sınanmış bir Bolşevik örgütün varlığıdır. Marksistlerin görevi her türlü kısıtlı imkânlara inat, Bolşevik partinin yaratılması için mücadele etmektir. Elbette ki bu birkaç yıllık bir zaman diliminde başarılacak bir hedef değildir. Bu konuda gösterilecek sabırsızlık ve acelecilik tehlikelidir. Yapılması gereken, net bir program temelinde sabırlı ve itinalı bir çalışma içine girmek olmalıdır.
Devrimci parti ezilenlerin bütün güçlerini proletaryanın liderliği altında kapitalizme karşı ortak bir mücadele içinde bir araya getirmelidir. Tarihsel olarak ve dünya çapında bu sorun, esas olarak, proletarya ile köylülüğün ittifakını proletaryanın önderliğinde gerçekleştirme sorunudur.
Devrimci parti bir işçi sınıfı partisi olmalıdır. Parti sadece programının işçi sınıfının sosyalist isteklerini içermesi bakımından değil, toplumsal bileşimi ve günlük faaliyet alanı bakımından da proleter nitelikte olmalıdır. Partinin kapıları, kaderini proletarya ile birleştirmek uğruna kendi sınıf çıkarından vazgeçecek diğer sınıflardan samimi unsurlara açık olacaktır. Parti işçi sınıfının öncüsüdür. Ancak, öncü sınıfın dışında duran küçük bir elit değildir. Devrimci parti dışarıdan değil, içeriden önderlik eder.Devrimci parti için liderlik fabrikada, iş yerinde ve sokakta verilen günlük mücadelelerde işçi sınıfına fiilen önderlik ederek, somut eylem önerileri üretilerek kazanılır. Devrimci partinin sınırlarının dikkatle gözetilmesi, bütün üyelerin faaliyete katılması, sıkı disiplin ve özveri kültürü Bolşevik parti için olmazsa olmazdır.
Devrimci parti bir kavga örgütüdür. Parti, günlük mücadelelerin ötesinde en sert biçimdeki sınıf mücadelesi, isyanlar ve ayaklanmalara uygun bir şekilde kendini donatmalıdır. Bunun için de devrimci mücadeleyi her şeyin üstünde tutan, tarih bilincini kazanmış, sağlam kadroların yetiştirilmesini sağlayacak pratik ve teorik bir eğitim süreci hayati önemdedir. Bolşevik partinin metodu demokratik merkeziyetçiliktir. Kadrolar arasında demokrasi ve özgür tartışma olmadan partinin, işçi sınıfının ihtiyaçlarını gerçekten karşılayan ve somut duruma uyan politikaları üretmesinin yolu yoktur. Bunun için de karar anına kadar tartışma ve eleştiri özgürlüğü sağlanmalıdır. Ancak, devrimci parti bir tartışma kulübü değildir. Bir karara varmak için tartışılır ve alınan karar birleşik olarak yerine getirilir. Devrimci partide merkeziyetçilik, parti içi demokrasi kadar kritiktir. Çünkü parti yüksek düzeyde merkezileşmiş bir güce, kapitalist devlete karşı, sert bir mücadele vermek zorundadır. Bu nedenle gerekli merkezilik sağlanmadığında egemen sınıf karşısında devrimci bir alternatif oluşturmak mümkün olamayacaktır.
Parti, işçi sınıfının tarihsel çıkarlarının ifadesi olma Marksist ilkesini temel alır ve kendi bağımsızlığını burjuva, reformist veya merkezci herhangi bir diğer politik güce asla feda etmez. Bu tavır, diğer örgütler ile bir dizi ittifakı, uzlaşmayı, geçici anlaşmayı hiçbir şekilde dışlamaz; ancak özgür eleştiri, ayrı politik çizgi ve ayrı örgüt hakkından vazgeçmeyi dışlar.
Sovyetik Ayaklanma
Devrim sadece egemen sınıf zenginliğini ve iktidarını zor altında kalmadıkça vermeyeceği için değil, işçi sınıfının sınıflı toplumların yüzyıllardır biriktirdiği pislikten arınması için de gereklidir.İşçi devrimleri, işçi kitlelerinin baskının, sömürünün edilgen nesneleri ve kurbanları olmaktan çıkıp kendi kaderlerinin belirlendiği tarih sahnesine sıçrayarak, yazgısına yön vermeye ve özgürlüğünü kazanmaya çalışmasıdır.
Devrimin gerçekleşebilmesi için dört ön koşul gereklidir: toplumda genel ve derin bir krizin varlığı; işçi sınıfının her şeyin eskisi gibi devam etmesine artık katlanamayacağını açıkça ortaya koyması; egemen sınıfın her şeyi eskisi gibi sürdürebileceğine dair olan güvenini kaybetmesi ve kendi içinde kavga ve bölünmeler yaşaması; devrimci bir partinin varlığı. Devrimin başarıya ulaşması için bu dört koşulun bir arada olması gerekir.
Devrim bir gecelik bir mesele değildir, grevler ve gösterilerden oluşan ve işçilerin gücü fiili olarak ele geçirmeleri ile noktalanan bir süreçtir. Bu süreçte devrimin gerçekleşebilmesi için gerekli olan önemli bir unsur da düzenin silahlı kuvvetlerinin parçalanmasıdır. Bundan önceki işçi devrimleri deneyimlerinde olduğu gibi devrim sırasında toplumların sınıflı yapısını yansıtan hiyerarşik yapıdaki kolluk kuvvetleri parçalanacak ve büyük çoğunluğu yoksul halktan oluşan rütbesiz askerler devrim saflarına geçeceklerdir. Ne var ki, düzenin kolluk kuvvetlerinin parçalanması kolay bir şey değildir.
Proletaryanın ortaya koyduğu devrimci kararlılığın ve gücün, bir devrimin yolda olduğunu askerlere göstermesi gerekir. Hem işçilerin el koyduğu silah fabrikaları hem de işçi sınıfının saflarına katılan silahlı kuvvetlerin elindeki devasa güçlerle iktidar kolaylıkla proletaryanın eline geçecektir.
Tarih göstermiştir ki hiçbir egemen sınıf sonuna kadar savaşmadan iktidarından vazgeçmeyecektir. Bu yüzdendir ki işçi sınıfı kapitalistlerin iktidarını ancak şiddet araçlarıyla devirebilir. Kapitalist devlet devralınıp sosyalizmi getirmek üzere kullanılamaz, devrim sürecinde parçalanması gerekir. Buna giden yolda genel grev, ayaklanma yolunu hazırlamalıdır.
Tarihte kendiliğinden patlak veren kitle ayaklanmaları daha yaygın olarak gerçekleşmiştir. Devrimciler, bu tür durumlarda ayaklanmaya tamamen katılarak ona bilinçli önderlik kazandırmaya çalışırlar. Ayaklanmanın diğer biçimi ise işçi sınıfının devrimci öncüsünün bilinçli tasarlanmış hareketi çerçevesinde iktidarın zora dayalı olarak ele geçirilmesidir. Bunun ölümcül bir hata anlamına gelecek şekilde bir maceraya dönüşmemesi için genel işçi kitlesinin ayaklanma fikrine kazanılmış olması gerekir. Kilit noktaların ele geçirilmesi, yeni rejimin savunmasının örgütlenmesi, silahların dağıtılması ve ayaklanmacıların görev dağılımı kendiliğindenciliğe terk edilemez.
Sovyetik ayaklanma, güçler dengesinin son durumu, zamanlama ve ayaklanmanın teknik ayrıntıları da dâhil olmak üzere birbirleriyle bağlantılı karmaşık denklemleri kapsadığı ölçüde ancak sınıfın Marksist öncüsünün rehberliğinde başarıya ulaştırılabilir. Bu manada ayaklanmanın başarısı için Bolşevik önderlik olmazsa olmazdır. Ayaklanmanın pratikteki işlevlerini işçi milisleri ve ayaklanmaya kazanılmış askeri birimler hayata geçireceklerdir.