Bize Ulaşın ★0538 669 1917 ★[email protected]

Bildirge | Aşırı Sağın Yükselişi, Faşist Eğilimler ve Mücadele 

Bildirge | Aşırı Sağın Yükselişi, Faşist Eğilimler ve Mücadele 

Napoli’de (İtalya) düzenlenen Emperyalist Savaşa Karşı Uluslararası Konferansta oylanan karar 

  1. Kapitalist kriz ve sınıf mücadelesinin şokları, geleneksel siyasi rejimleri giderek aşındırdı ve parçaladı. ABD’nin merkezinde olduğu 2008 ve yine 2020’deki krizlerin dalgaları; bununla birlikte 2011’de Arap Baharıyla, 2019’da Latin Amerika’daki ayaklanmalarla ve 2020’de ırkçı baskıya karşı direnişle sınıf mücadelesindeki sıçramalar geleneksel kapitalist siyasi sistemlere ciddi bir darbe indirdi. Yeni bir dünya savaşı çıkma ihtimali bu süreci yoğunlaştırıyor. Kapitalist devlet için siyasi istikrar daha zor hale geldi; hükümetler artık sadece tek dönem ayakta kalabiliyor, bazen onu bile bitiremiyorlar. Kopuşlar ve yeni, daha aşırı siyasi kuruluşların ortaya çıkışı daha sık hale geldi.  Kapitalist siyasal rejimlerin bu kriz ortamında, faşist ya da neo-Nazi görüşlere ve kökenlere sahip aşırı sağcı bir güç bloğu öne çıkmaya başlamıştır. Bu blok, içeriğinde çelişkili unsurlar taşısa da (ultra liberallerle korumacılar, Avrupa karşıtlarıyla Atlantikçilerin bir araya gelmesi gibi) karşılıklı destek temelinde tanınmakta ve bir siyasal akım olarak yükselmektedir. Milei’den Meloni’ye, Orban’dan Marine Le Pen’e, AfD ve Reform UK gibi partilere kadar tüm bu aktörler Beyaz Saray’daki Trump’tan siyasi destek almakta, İsrail’deki Netanyahu rejimini ise siyasal referans noktası olarak kabul etmektedir. Bu durum, kendilerini demokrat ya da ilerici olarak tanımlayan çok sayıda burjuva ve emperyalistin de İsrail’i ve onun politikalarını savunduğu gerçeğiyle çelişmemektedir. İsrail rejimi, faşist eğilimlerin en ileri düzeyde evrildiği ülkelerden biridir. Etnik temizlik ve sürekli savaş politikaları, toplumun militarize edilmesi için kullanılan araçlar olmuş; işçilere ve orta sınıflara, düşmanların imhası yoluyla daha iyi bir hayat ve toprak vaadi sunulmuştur. İç muhalefet baskı altına alınmakta ve ezilmektedir. Devletin resmi mekanizmalarının ilerleyemediği alanlarda, silahlı sivil yerleşimci sömürgeciliği bu vahşi projeyi tamamlamaktadır. Uluslararası aşırı sağın İsrail’e verdiği destek —ki bu destek geçmişte antisemitik olan ya da hâlâ öyle olan çevreleri dahi içermektedir— Siyonizmin devlet egemenliği inşasında şiddeti sınırsızca kullanmasına duyulan siyasi hayranlıkla açıklanabilir. 
  2. Trump’ın ikinci kez seçilmesi, bu aşırı sağcılara ve diğer hükümetlerdeki baskıcı eğilimlere güç kazandırdı. Trump’ın projesi Bonapartist biçimde şekillenmiş ve açık faşizme yönelimler taşımaktadır. Toplumu militarize ederek, ticari ve askeri savaşlar yürüterek, toprak ilhakına yönelerek ve siyasal muhaliflere ya da azınlıklara karşı iç baskıyı artırarak “emperyal ihtişamın” yeniden kazanılmasını önermektedirTrumpizm, sıklıkla ABD demokrasisine dışarıdan düşmüş bir meteor gibi sunulmaktadır. Bu yaklaşım yanıltıcıdır. İkinci Dünya Savaşı’ndaki Japon göçmen kamplarından, McCarthycilik’e; 1968’de Nixon’ın radikalleşmiş kitlelere yönelik saldırılarından, 21. yüzyıl başında Bush’un “Yurtseverlik Yasası”na kadar, devlete muhalif olanlara ve azınlıklara karşı devletin zor araçlarını kullanması ABD’ye özgü bir gelenek hâline gelmiştir. Donald Trump, ABD toplumu, kurumları ve kapitalizminin saf ve özgün bir ürünüdür. Capitol baskını, burjuva demokratik bir kuruma karşı girişilmiş bir ayaklanma girişimiydi. Ancak bu eylem, “Biden seçimleri çaldı” anlatısına dayanıyordu ve kendini “gerçek Amerikan demokrasisini ve özgürlüğünü savunmak” olarak sunuyordu. Şimdiye dek kitlelerin ve hatta ait olduğu kapitalist sınıfın bazı sektörlerinin bile disipline edilmesi anlamına gelecek olan faşist rejimi kuramadı. Trump ile kabinesinde kilit bir figür olarak yer alan Elon Musk arasında yaşanan hızlı kopuşun temelinde, Trump’ın korumacı politikaları ile ABD’deki büyük sermaye kesimlerinin, özellikle teknoloji burjuvazisinin çıkarları arasındaki derin çelişkiler yer almaktadır. Silikon Vadisi’nin yüksek teknoloji sermayesi, Demokrat Parti ile olan geleneksel bağlarını kopararak Trump’ı desteklemiş, ancak tarifeler ve göç politikalarının faaliyetleri üzerindeki etkisi nedeniyle Trump yönetimiyle büyüyen çatışmalar yaşamıştır. Bu siyasi kuvvetler, 20. yüzyılın klasik faşizminden şu yönüyle ayrılmaktadır: bugünkü aşırı sağ, işçi sınıfının devrimci bir yükselişini bastırmak için değil, doğrudan egemenliğini yeniden tesis etmek için ortaya çıkmıştır. Ancak bundan bir on yıl önce, kitle hareketlerinin yükseldiği ve sokak çatışmalarının yaşandığı süreçler yaşanmış; bu hareketler kapitalistleri korkutmuş, hükümetleri devirmiş ya da işçi karşıtı reformların ilerlemesini engellemiştir. Fransa’daki emeklilik reformuna karşı mücadelelerden, 2017’de Arjantin’de Macri’nin reformlarına karşı yürütülen mücadelelere; Trump’ın kişisel iktidar denemesini sokakta püskürten Black Lives Matter hareketinden, 2019 Şili isyanına ve Yunan halkının AB-IMF mutabakatlarına karşı yürüttüğü direnişe kadar pek çok örnek mevcuttur. ABD ve Avrupa’da artan grev dalgası da bu sürece dâhildir. Aşırı sağın temel işlevi, kitlelerin bağımsız bir siyasal güç olarak sahneye çıkmasını engellemek için devletin baskı araçlarını ve gerici ajitasyonu kullanmaktır. Bu işlev, antikomünizm, yargı yoluyla uydurulmuş suçlamalar ve Siyonist soykırıma karşı çıkanların “antisemitizm”le damgalanması gibi yöntemlerle yürütülen siyasi, polis gücü ve yargı temelli bir baskı mekanizması aracılığıyla gerçekleştirilir. 
  3. Aşırı sağın liderleri, hükümetlerinde güçlü kişisel iktidar inşa etmeyi amaçlamakta; başkanlık kararnamelerinin aşırı kullanımı, muhaliflerin cezalandırılması ve yürütmenin denetimindeki bir adalet sistemiyle burjuva yasallığını krize sokmaktadır. Trump, Meloni ve Milei gibi figürlerde görülen bonapartist iktidar yoğunlaşması da bu amaca hizmet etmektedir. Ancak bu tür liderlikler bugün, burjuva demokrasisi içinde daha saldırgan bir eğilim olarak ortaya çıkmakta; henüz tam anlamıyla bir rejim değişikliğini temsil etmemektedir. Ne var ki, sözde “demokratik” eğilimdeki kapitalist hükümetler, mevcut dönemin tamamında, sosyal, siyasal ve baskı alanlarında kitlelere karşı yürütülen saldırının öncüsü olmuştur. Demokrasi, sağa karşı bir koruma kalkanı değildir ve kitleleri “faşizm mi, demokrasi mi?” ikilemine mahkûm etmek gerici bir tutumdur. Sözde demokratik kapitalist güçler, çoğu kez sağın gündemlerine teslim olmuş; önce bu gündemleri eleştirmiş, ardından da onunla işbirliğine gitmiştir. Özellikle kitlelerin bağımsız eylemlerini bastırmak ya da engellemek söz konusu olduğunda bu işbirliği daha da açık hâle gelmiştir. Bunun yakın bir örneği, Los Angeles’ta Trump’ın göçmen politikalarına karşı mücadelelerin Demokrat Belediye Başkanı Karen Bass komutasındaki polis departmanı tarafından bastırılmasıdır. 
  4. Küresel ölçekte (sadece Avrupa ve ABD’de değil) ortaya çıkan bu yeni radikal sağ, tarihsel faşizmden farklıdır. Demokrasiyle ilişkisi de farklıdır. Bugün demokrasi ile faşizm arasındaki sınırlar giderek muğlaklaşmış; aşırı sağ güçler sözde “koruyucu kordonları” aşmış, parlamenter ittifaklara dâhil olmuş ve geleneksel burjuva güçlerle işbirliğine yönelmiştir. Kapitalist siyasal ana akımın bir parçası hâline gelmişlerdir. Marine Le Pen, Fransa gibi Avrupa Birliği’nin önemli bir ülkesini yönetmek için yıllarca tamamen güvenilmez olarak kabul edildi. Giorgia Meloni başlangıçta İtalyan sağının marjinal aşırı sağ hareketinin temsilcisiydi. İtalya başbakanı olmaktan da öte, hiçkimse Giorgia Meloni’nin Almanya ve Fransa’da siyasi bir kriz anında Avrupa Birliğinin direği olacağını düşünemezdi. On yıl önce Avrupa’daki aşırı sağ partiler AB karşıtı olarak görünürken, bugün Vox (İspanya) ve Chega (Portekiz) gibi partiler fanatik biçimde AB yanlısı konumlara gelmiştir. Bu otoriter ve baskıcı yönelimin Batı’daki aşırı sağla sınırlı kalmadığı açıktır. Hindistan, Türkiye ve Güney Kore’deki hükümetler de Trump’ın yeni yönetimiyle uyumlu biçimde iç baskı düzeylerini artırmaktadır. Radikal sağ hareketler, halkın hoşnutsuzluğunu, öfkesini ve protestosunu kanalize etme becerisi göstermiştir. Bu hareketler, sistem karşıtı bir görünüm altında, kapitalist devlet ve örgütlü din etrafında toplumsal disiplini yeniden inşa etmeye yönelik geleneksel aile ve değerler söylemiyle birleşen, çarpıtılmış ve gerici bir tepki üretmektedir. Yoksullar ve emekçiler tarafından oy verilmekte; küresel elitler tarafından ise desteklenmektedir. 20. yüzyıl sosyalist devrimlerinin yenilgisini, kapitalist düzeni savunan halkçı demagojilerinin temel noktası hâline getirmişlerdir. Klasik faşizm, işçi sınıfının devrimci yükselişine karşı-devrimci bir tepkiydi. Günümüz aşırı sağcıları, işçi hareketine, sola ve kitlelere karşı şiddetli sınıf savaşı hedeflerini ifade etmek için güçlü bir anti-komünist söylem sürdürüyor. Bununla birlikte ideolojik düzlemde sömürülen kitlelerin ve hatta işçi sınıfının önemli kesimlerine nüfuz etmeyi başarmıştır.  u nedenle faşizmin yükselişi, devrimci sol açısından acil bir meydan okumadır. İlk olarak işçi sınıfının ve ezilen halkların bilincine hitap etmek gerekmektedir. 
  5. Bu eğilimler, geçmişte faşist hareketlerin Yahudi karşıtı komplolara dayalı olarak kurguladığı “Siyon Protokolleri” türü anlatıların yerini bugün modern komplo teorileriyle doldurmaktadır. Düz dünyacılık, aşı karşıtlığı, feminizme ve LGBTİ+ topluluğuna karşı erkek egemen ve milliyetçi tepkiler, göçmenlere karşı ırkçılığın teşviki gibi çeşitli anlatılar bu bloğun ajitasyonunda kullanılmaktadır. Bu söylemlerin ortak paydası, sistem karşıtı öfkeyi yöneten sınıflara değil, ezilenlerin içindeki kesimlere, günah keçilerine yöneltmektir. Bu faşizan sağın ideolojik özü; McCarthy’ci antikomünizmle birleşen bir kapitalizm savunusudur. Bu çizgi yalnızca sermayeyi ve orta sınıfları değil, aynı zamanda işçileri ve yoksul halk kitlelerini de kendi demagojileriyle etkisi altına almaya çalışmaktadır. Tersine çevrilmiş bu dünya görüşünde, göçmen işçi devlet yardımlarıyla zenginleşen bir “ayrıcalıklı” olarak sunulmakta; milyarderler ise “aşırı vergilerle ezilen mağdurlar” olarak tasvir edilmektedir. Ne kadar gülünç görünse de bu anlatılar devrimciler tarafından fabrikadan fabrikaya, okuldan okula, mahalle mahalle yürütülecek büyük bir işçi sınıfı pedagojisiyle çözülmek zorundadır.  Kadınların, göçmenlerin ve LGBTİ+ bireylerin haklarına karşı geliştirilen gerici saldırılar, toplumun militarize edilmesini, işçi sınıfının parçalanmasını ve bölünmesini hedefleyen bir siyasal saldırının parçasıdır.  
  6. Trump’ın, dünyanın en güçlü emperyalist devletinden yürüttüğü faşizan saldırının tehlikesi büyüktür. Avrupa ve Latin Amerika’daki birçok aşırı sağcı hükümete ve partiye mali ve siyasi destek aktarmıştır. İtalya’dan Türkiye’ye, Arjantin’den Macaristan’a kadar uzanan geniş bir coğrafyada, Trump’a öykünen hükümetlerin kitlelere yönelik baskıcı politikalarının, askeri ve polis aygıtının sertleşmesinin karşısına dikilmek, devrimciler için öncelikli görevdir. Muzaffer bir strateji geliştirmek için 20. Yüzyılın deneyimlerinden yararlanıyoruz. Bu sağ kanadın faşizm için tam bir siyasi rejim değişikliği sağlamayı başaramamış olması, onu daha az tehlikeli olarak görmeye hiçbir şekilde yol açmamalıdır. Yılanın başını küçükken ezmek gerekir, aksi hâlde bedel çok daha ağır olacaktır. İşçi sınıfının tüm örgütleri, partiler, sendikaları ve kitle örgütleri, her faşist sokak gösterisine ve her türden devlet baskısı uygulamasına karşı ortak hareket etmelidir. İşçilerin birleşik cephesi, devlet ve yarı-devlet baskısını sokakta durdurabilecek ve işçi sınıfına güven ve güç kazandırabilecek yegâne yöntemdir. Bu cephenin pratiği yalnızca gösteri ve grevlerle sınırlı değildir. Aşırı sağın saldırı gruplarını dağıtmak için doğrudan eylem biçimlerini içermeli ve işçilerin öz savunma komitelerini kurmayı da kapsamalıdır. Los Angeles’taki göçmenlerin ve diğer işçilerin ayaklanması, ortaya çıkan faşizmle nasıl mücadele edileceğinin canlı bir örneğidir. Bu birleşik cephenin sınıfsal karakteri, daha geniş bir eylem hattını dışlamaz. Tehdit altındaki tüm demokratik hakların savunulması için, çok çeşitli toplumsal ve siyasal kesimlerle, hatta küçük burjuvazinin ya da burjuvazinin kimi kesimlerinin katılım gösterdiği çeşitli protesto biçimlerinde fiilî birlikler kurulabilir. Ancak bu, burjuvaziyle siyasi bir cephe kurulması anlamına gelmemelidir. Devrimci işçilere düşen görev, tüm ezilen kesimlerin haklarını ve taleplerini merkezî ya da ikincil ayrımı yapmaksızın kararlılıkla savunmaktır. Bu yaklaşım, gericiliği yenebilecek bir işçi sınıfı ve kitlelerin birleşik cephesi platformunun temelidir.  
  7. Halk cephesi veya demokratik cephe kisvesi altında sınıf iş birliği, işçi sınıfının aşırı sağa ve faşist eğilimlere karşı mücadelesini bozguna uğratabilecek başlıca tuzaktır. Demokratik veya ilerici burjuvaziler, işçi sınıfının sağcılar kadar açık düşmanlarıdır. Onlar daha az kötü değillerdir. İşçi seferberliğinin, “oligarşiyle savaşma” iddiasında bulunan burjuva partilerinin seçimci ve kurumsal planlarına tabi kılınması, işçileri yenilgiye götürecektir.  kitle örgütleri tarafından örgütlenen bir seferberlikle karşılanmamış; Demokratlara bağlı sendikalar genel grev çağrısı yapmamış, kitle örgütleri harekete geçirilmemiştir. Brezilya’da Lula’nın Halk Cephesi de, Bolsonaro’nun darbe girişimi karşısında pasif kalmıştır. Kitleleri geri çekilmeye çağırmak ve burjuva adalet sistemine güven duymayı telkin etmek, faşist hareketin dağılmasına değil, güç kazanmasına yol açmıştır. Başlangıçta mahkum edilen birkaç kişi, siyasi iklim değiştiğinde affedilmiştir. Fransa Halk Cephesi, Le Pen’in gücüne karşı Macron ile teknik bir anlaşma formüle etti ve kendi adaylarını “merkez”in burjuva partileri lehine bıraktı. Aynı “merkez” günler sonra Halk Cephesi’ni dışlayan ve aynı aşırı sağın oyladığı ve bir öcü gibi kullandıkları siyasi bir anlaşmayla bir hükümet kurdu. İspanyol Halk Cephesi’nin veya Şili’deki Allende hükümetinin sonuçları, reformist pasifizmin ve ilerici burjuvaziyle kurumsal blokların işçi sınıfının katledilmesine engel olmadığını bizlere öğretmiştir. Buna karşılık Bolşevikler, Kerensky’nin halk cephesi hükümetinden bağımsız hareket ederek ve işçi hükümeti için savaşarak Kornilov darbesini durdurabildiler. ABD Demokratik Partisi’nin, Avrupa Birliği’nin “solcularının” veya Arjantin Peronistlerinin tamamen itibarsızlaşması, gerici güçleri yenebilecek devrimci bir alternatif geliştirmenin kanalı olamayacaklarını gösteriyor. Sağa ve faşizme karşı verilen mücadele, yalnızca işçi sınıfının birleşik cephesi çerçevesinde proletaryanın kendi siyasi iktidarı için savaşa hazırlanmasını sağlayabilir. Kapitalist krize tarihsel bir çözüm sunabilecek tek yol budur. 
  8. Faşist eğilimlerin gelişimi, dünya savaşına doğru olan eğilimle derinden bağlantılıdır. Orta Doğu’dan Ukrayna’ya, çok taraflı veya vekalet müdahalelerinin askeri sınırı giderek daha da belirgin hale gelmiştir. ABD veya Avrupa’nın hakim güçler olarak gerilemeyi durdurmaları ve kendilerinin lehine bir uluslararası nizama geçebilmeleri nüfuslarını, özellikle de işçi sınıfını, asker olarak mobilize edebilmelerine bağlıdır. Ancak kitlesel askerlik uygulamasının uygulanması muazzam bir siyasi ve toplumsal direnişle karşılaşacak ve uygulanması için onlarca yıllık ekonomik, toplumsal ve siyasal kazanımların yok edilmesini gerektirecektir. Savaş ekonomisi, toplumsal kazançları yok etme ve tüm mali kaynakları askeri aygıta aktarma ihtiyacını ortaya koyar. Stratejik açıdan, kapitalist krizin şiddeti bir dünya savaşı ve aynı zamanda iç siyasi rejim değişikliği ihtiyacını ortaya koymaktadır. Devrimci işçilerin faşizme, baskıya ve toplumun militarizasyonuna karşı muhalefeti, emperyalist savaşa ve Siyonist soykırıma karşı mücadelemizle bağlantılıdır. Gazze’deki etnik temizliğin sosyal medyada viral hale gelerek anında görselleştirilmesiyle birlikte, içinde bulunduğumuz çağ devrimci Rosa Luxemburg’un yüzyıllık meydan okumasını bir kez daha gündeme getiriyor: ya sosyalizm ya barbarlık! 

Sosyalistler Varsa Umut Var!
SEP’e KATIL, DEĞİŞTİRELİM!

İletişim

0538 669 1917

[email protected]

Genel Merkez: Meşrutiyet Mahallesi Karanfil Sokak No:4/84 Çankaya/Ankara

SOSYALİZM KAZANACAK!