Bugün bir kez daha tüm dünya emperyalist savaşın dehşetiyle çalkalanıyor. Üstelik dünya emperyalist sisteminin üzerinde durduğu Büyük Güçler arasındaki çekişmeli güvenlik dengesi bozulmuş durumda. Durum o kadar kırılgan ki emperyalist savaşların yayılarak nükleer bir Armageddon’a dönüşme olasılığı var. Sistemin eski dengesine dönerek “normalleşmesi” ise artık olası görünmüyor. Hal böyleyken devrimcilerin emperyalist savaş konusundaki politikalarını netleştirmesi gerekir.
Bunun için öncelikle Ukrayna’daki savaşın ikili karakterini iyi anlamak gerekiyor. Bir yandan emperyalist bir güç olan Rusya egemen bir devletin topraklarını işgal ediyor, diğer yandan Ukrayna’da emperyalist güçler arası bir hesaplaşma yaşanıyor. Dolayısıyla Ukrayna’daki savaşı, tek yanlı biçimde, bir ulusal savaş ya da “Ukrayna Ulusal Kurtuluş Savaşı” olarak görmek büyük hatalara yol açacaktır. Örneğin, Ukrayna Savaşı ABD’nin 2003’te Irak’a açtığı savaştan çok daha farklı bir karakterdedir. Ya da yoldaş Alejandro Bodart‘ın verdiği faşist ve emperyalist Japonya‘nın sömürge Çin‘i işgal etmesi örneği bugün Ukrayna’daki durumu açıklayamaz(1). Neden? Bu soruyu cevaplamak için bazı gerçeklerden yola çıkmalıyız.
- Ne Irak’ın ne de 1930’lar Çininin arkasında dünyanın süper gücü bulunmaktaydı. Ama bugün ABD ve bir bütün olarak NATO bloğu, doğrudan savaşa girmek dışında her açıdan Ukrayna’yı desteklemekte, bu savaşı mutlaka kazanmaları gereken kendi savaşları olarak görmektedirler. Dünyanın en güçlü emperyalistlerinin desteğini arkasına alan Ukrayna’nın durumunun Irak’a ya da 1930’lar sömürge Çin’ine benzemediği ortadadır. Devrimcilerin tutumu da buna uygun şekilde farklı olmalıdır.
- ABD/NATO uzun bir süredir Ukrayna’nın hakimiyeti için Rusya ile çatışmaktadır. Bugüne bu kadar bu çatışma yerel vekillerle yürütülüyordu. ABD, Batı yanlısı oligarkları ve Ukrayna milliyetçilerini vekil olarak kullanırken Rusya ise Putin dostu oligarkları ve doğu ve güney Ukrayna’daki ayrılıkçıları vekil olarak kullanıyordu. 2014’te patlayan iç savaş, emperyalist güçler arasındaki çatışmanın şiddetlenmesinin bir sonucuydu. Rusya’nın Ukrayna’yı işgali bu vekalet savaşının bir devamıdır. Ayrıca ABD/NATO ordularını savaşa sürmek dışında her anlamda savaşın bir parçasıdır. SSCB sonrası Ukrayna’nın tarihine bakıldığında Rusya/ABD çatışmasının Ukrayna’yı nasıl parçaladığını görebiliriz.
- Ukrayna üzerinden kendi savaşını veren ve bu doğrultuda NATO’yu da seferber eden ABD, halen emperyalist hiyerarşinin tepesindeki küresel bir güçken Rusya emperyalist hiyerarşide 3.kategoride yer alan bölgesel bir güçtür. Rusya ekonomisi emperyalist rakiplerinin çok gerisindedir ve askeri kapasitesinin de epeyce abartıldığı Ukrayna Savaşı’nda görülmüştür. Bu yüzden yorum yaparken Rusya’nın kapasitesini fena halde abartıp süper güç desteğini arkasına alan Ukrayna’nın gücünü minimize etmenin devrimci analize bir katkısı olmayacaktır.
- Bu bağlamda yoldaş Alejandro Bodart’ın “Rusya’nın yenilgisinin ABD’nin zaferi olarak görülemez” iddiasının gerçeklikle uyuşmadığı ortadadır. ABD ve ortakları bu savaşları kendi savaşları olarak görmekte ve savaş sahasına mümkün olan en etkin şekilde müdahil olmaktadırlar. Dünya emperyalist hiyerarşisindeki liderliğinin tehdit altında gören ABD, Rusya’ya sağlam bir ders vererek aynı zamanda Çin’e de sağlam bir gözdağı vermek istemektedir. Daha da ötede ABD’nin Rusya’nın parçalanmasına, etnik ve dinsel iç savaşlara sürüklenmesine, en azından 1990’lardaki durumuna geri dönmesine oynadığı herkesin malumudur.
- Yoldaş Alejandro’nun “devrimcilerin tüm güçleriyle savaşta Rusya’nın yenilgisi için çalışmaları gerektiği” söylemi NATO çizgisine tehlikeli derecede yakınlaşmak anlamına gelmektedir. Bu tarz bir propagandanın Batı’da işçi sınıfını kendi emperyalist burjuvazilerine yakınlaştıracağı ortadadır. Ne de olsa Rusya’nın yenilgisi için belirleyici askeri/ekonomik yardımları ortaya koyan ABD/NATO’dur. Şimdiden NATO’nun Ukrayna’ya daha güçlü silahlar göndermesi gerektiğini vaaz eden sözde sosyalistler kendilerini belli etmişlerdir. Diğer taraftan bu tarz örgütler birkaç soyut NATO karşıtı retorikle NATO bloğuna yedeklendiklerini saklayamazlar. Ayrıca Rusya’nın yenilgisinin Rusya’da devrimci sonuçlar doğurması hiç de otomatik bir durum değildir. Rusya’daki devrimciler için “Rusya’nın yenilgisi” söylemi devrimci bir tutumdur, ama Batı’da “Rusya’nın yenilgisi” politikası işbirlikçidir, çünkü kendi emperyalist yönetici sınıfıyla ortaklaşmak anlamına gelir.
- ABD emperyalizmi küresel hegemonyasını eskiden beri halkların özgürlüğü ve demokrasi sloganları üzerine yükseltmektedir. Bu liberal safsata karşısında net bir duruşu olmayan sol kanat unsurlar, doğal olarak Batı/ABD yanında saf tutacaktır. Nitekim bu liberal zokayı yutanların hemen her uluslararası krizde ABD’nin yanında konumlanması tesadüfi değildir. Bernie Sanders, ABD’nin Ukrayna’ya göndereceği yardımlar için “Bence her gün önemlidir ve elimizden geldiğince güçlü ve hızlı bir şekilde yanıt vermemiz gerektiğini düşünüyorum.” derken tipik bir Kautskyci politikacı olarak davranmaktadır. İspanya’da Komünist Parti (PCE) ya da klasik oportünist çizgisiyle NPA/USFI gibileri bu türden siyasal eğilimlerdir. Kendi egemen sınıfının emperyalist politikaları karşısında duramayan, buna öncelik verilmesi gerektiğini bilmeyen bir solun devrimci olması söz konusu olamaz.
NATO Dolaylı Yoldan da Olsa Savaşın bir Parçası
NATO/ABD nükleer bir dünya savaşından kaçınmak için kendi ordusuyla doğrudan doğruya Ukrayna Savaşı’na katılmıyor. Ama bu hariç diğer tüm alanlarda bütün gücüyle Ukrayna’yı destekliyorlar. Gelişmiş silah desteği, istihbarat desteği, uydu ve drone izleme desteği, askeri uzmanlık ve eğitim desteği, doğrudan para desteği, politik ve diplomatik destek, propaganda desteği ve Rusya’ya uygulanan mümkün olan en ağır yaptırımlar… Rusya’nın 300 milyar dolarlık rezervine Batı tarafından el konulduğunu belirtelim. Bunun dışında NATO güçleri doğu Avrupa’ya askeri yığınak yapıyor, yeni üsler kuruyor ve “yüksek hazırlık seviyesindeki” asker sayısını 300 binin üzerine çıkarma kararı alıyor.
ABD Senatosu geçtimiz mayıs ayında Ukrayna’ya yönelik 40 Milyar dolar değerinde yardım paketini (çoğunluğu silah olmak üzere) onayladı. Böylelikle işgalin başladığı 24 Şubat tarihinden itibaren ABD’nin Ukrayna’ya yaptığı toplam yardım miktarı 50 milyar doları aştı(2). Bu miktar 2021’deki Rusya’nın toplam askeri harcamalarına yakın bir meblağ demek. Bunun dışında Türkiye dahil hemen hemen tüm NATO ülkeleri Ukrayna’ya askeri ve ekonomik yardım sağlıyor. Sadece Polonya’nın Ukrayna’ya gönderdiği askeri yardımın değeri 1.7 milyar dolar (3).
Nitekim Ukrayna ordusu NATO’dan aldığı sofistike silahlarla Rusya’ya ağır darbeler indirdi. Savaşın birinci bölümünde Rusya stratejik bir yenilgiye uğrayarak Kiev ve kuzey bölgelerini terk etmek zorunda kaldı. Böylelikle Putin’in Kiev’de rejim değişikliği hayalleri suya düştü. Ukrayna’ya verilen Javelin tanksavar füzeleri, Stinger uçaksavar füzeleri, güçlü toplar, radarlar, insansız hava araçları, Mi-17 helikopterleri ve diğer mühimmatlar sahada önemli farklar yarattı. Ukrayna’nın gelişmiş füzeleri Rusya’nın hava üstünlüğüne büyük darbe indirmiş durumda. Savaş gemilerine atılan gelişmiş NATO füzeleri, Rus donanmasının amiral gemisini batırdı ve Odessa-Nikolayev bölgesinin denizden kuşatılmasını kırmayı başardı. Nihayetinde savaş topçu savaşına evrildiğinde NATO çok sayıda top desteğinin yanısıra gelişmiş uzun menzilli HIMARS füzeleri Rusya’nın ikmal yollarını, geri hatlarını ve mühimmat depolarını tahrip etmeye başladı. Uydu ve drone alanında da Ukrayna’ya verilen gelişkin sistemler Rusya’ya ağır kayıplar verdiriyor. Savaş uzadıkça NATO’nun daha da güçlü silahlarla Ukrayna’ya destek olacağı anlaşılıyor. ABD ve NATO’nun bu savaşı kendi savaşları olarak gördüklerini tartışmaya dahi gerek yok.
Bu yüzden Rusya’nın yenilgisinin Batı’nın zaferi olmayacağını iddia etmek gerçeklikten kopmakla eşdeğerdir. Zaten bu durum savaşın ekonomi-politiği ve tarihiyle de tamamen örtüşmektedir. ABD’nin Rusya’nın doğu Avrupa ve eski SSCB ülkelerindeki hegemonyasını kırmak için uğraştığı da bir gerçektir. Nitekim 1999’da NATO’nun Kosova’yı gerekçe göstererek Yugoslavya’yı bombalaması da ABD emperyalizminin bu tarihsel hedefine uygun bir başka savaştır. Demokrasi ve halkların özgürlüğü gibi sloganların içi boşaltılarak ABD tarafından ziyadesiyle sömürüldüğünü bilmeyen yoktur. Şimdi aynı argümanlarla çok boyutlu bir savaşta tek yanlı bir Ukrayna angajmanına girmek büyük bir tehlike olacaktır.
Ezilen Uluslar ve Ukrayna Milliyetçiliği
Yoldaş Alejandro’nun yazısında Ukrayna milliyetçiliğine belirli bir sempatinin varlığı bariz biçimde hissediliyor.
Ama burada bariz biçimde sorunlar var:
- Ukrayna milliyetçiliği tarihsel olarak aşırı sağcı ve şiddetli derecede anti-komünisttir. Bunun tarihteki sorumlusunun Stalinizm olması bugünkü gerçekliği değiştirmez. Halen Ukrayna’da kayda değer sosyal demokrat parti bile bulunmamaktadır. Kiev’deki rejim, muhalif tüm unsurları 2014’ten beri kıpırdayamaz hale getirmiştir. Bu yüzden Rusya’nın işgaline karşı çıkar, Ukrayna’da halkların kendi kaderini tayin hakkını savunurken Kiev’deki mevcut rejimle ya da Ukrayna milliyetçiliği ile asla yan yana gelmemek gerekir.
- Alejandro yoldaşın yazısında Ukraynalı Nazilerin seçimlerde asla %2’yi aşan bir oy almadığı dile getiriliyor. Oysa gerçek çok daha farklı. Faşist Svoboda Partisi Ukrayna’da yapılan son serbest seçimlerde (2012) oyların %10.4’ünü almıştı(4). 2014’ten sonraki seçimlere Ukrayna’daki toplam oyların yarısını alan Rusya yanlısı partiler katılamazken diğer sağ partilerin faşist Svoboda’nın birçok söylemini devraldıkları; aşırı vatansever, Rusya karşıtı ve anti-komünist söylemin burjuva siyasetin genel çehresi haline geldiği görüldü. 2014’ten itibaren Ukrayna siyaseti sağ ve aşırı sağ tarafından şekillendirilmektedir. Neo Nazi paramiliter oluşumlar kendi üniformaları ve sembolleriyle otonom birimler olarak Ukrayna polis ve ordu birimlerine dahil edilmiştir. Kimsenin Putin yanlısı olarak suçlayamayacağı BBC’nin bu konuda raporları mevcuttur(5).
- Ukrayna Filistin, Batı Sahra ya da Kürt halkı ile benzer bir politik duruma sokulamaz. Ukrayna 44 milyon nüfusu, geniş toprakları, belirli bir endüstriyel ve askeri kapasitesi olan egemen bir devlete sahiptir. Daha da önemlisi Ukrayna’daki mevcut rejim dünyanın süper güçlerinin desteğine sahiptir. Üstelik 2014’teki rejim değişikliğinin ardından Ukrayna’daki azınlıklar sistematik bir şekilde baskılanmakta, hakları ortadan kaldırılmakta ve siyasal temsilcileri yasaklanmaktadır.
- Rusya’nın işgaline karşı çıkmalıyız, çıkıyoruz da. Ukrayna’ya yapılan dış müdahalelere karşı, gerek Rusya gerekse de NATO’ya karşı, tavrımız net olmalı. Ama bunu yaparken Kırım dahil olmak üzere ağırlıklı olarak Rusça konuşan doğu ve güney Ukrayna’nın da kendi kaderini tayin hakkını savunmalıyız.
Ezilen ulus hareketleri çatıştıkları devletin karakterine göre şekillenme eğilimindedir. Ayrıca ulusların kendi özgün tarihsel ve kültürel gelişimleri de bu hareketlerin siyasal eğilimlerini belirleyebilir. Örneğin Polonya ulusal hareketi 19.yy’da ilerici bir karaktere sahipti. Sürgündeki Polonyalı ulusalcılar Avrupa sol hareketinin aktif bir bileşeniydi. Burada Paris Komünü’nün komutanı Walery Antoni Wróblewski’yi anmak gerekir. Ama Polonya ulusalcılığı 20.yy’da giderek sağa ve aşırı sağa kaydı. Bağımsız Polonya devleti, yeni Sovyet cumhuriyetinin en büyük düşmanlarından birisi olarak Troçki liderliğindeki Kızıl Ordu’ya amansız saldırılar yaptı. Daha sonraki Stalinist yayılmacılık ise Polonya milliyetçiliğini şiddetli anti-komünist bir gericilik türü haline getirdi. Bugün de Polonya milliyetçiliği bu gerici karakterini korumaktadır.
Ukrayna ulusalcılığı da kendi tarihsel gelişimi içerisinde sağcı/aşırı sağcı bir hale bürünmüştür. Baskın eğilim sağ ve aşırı sağdır diyemiyoruz çünkü kayda değer herhangi bir sol milliyetçilik türü Ukrayna’da hiç bulunmamaktadır. Ekim Devrimi’ne şiddetle karşı çıkan Ukrayna milliyetçi hareketi, daha 1920’lerde aşırı sağcı biçimlere bürünmüştür. 1929’da kurulan OUN (Ukrayna Milliyetçiler Örgütü) etnik saflığı vurgulayan, açık şekilde faşist bir örgüttü. 1930’larda Stalinizmin Ukraynalılara (ve bütün ezilen halklara) karşı işlediği suçlar, Ukrayna milliyetçiliğini yaygınlaştırdığı gibi ana eğiliminin aşırı sağ olmasını kesinleştirmiştir. Bu şartlar altında OUN’un iki kanadı da Nazilerle işbirliği yapmıştır. OUN ikiye bölündüğünde Stepan Bandera önderliğindeki OUN-B net bir şekilde NAZİ yanlısı iken, Melnyk liderliğindeki kanat (OUN-M) Mussolini taraftarıydı. OUN bu süreçte Nazilerin gözetimi altında Yahudilere, Polonyalılara ve Çingenelere karşı soykırım suçu işlemiş, kendilerine desteklemeyen Ukraynalılara karşı da terör estirmiştir. Ukrayna milliyetçiliğinin tarihini anlatırken bu tarihsel gerçeklerden bahsetmemek anlaşılır gibi değildir. Nitekim bugün de Ukrayna milliyetçiliği sağcı ya da aşırı sağcıdır ve keskin şekilde anti-komünisttir. Bu yüzden gerek Ukraynalı devrimciler gerekse de uluslararası sosyalist hareketin Ukrayna milliyetçiliğine karşı dikkatli olması gerekir. Ukrayna milliyetçilerini Ukrayna Ulusal Kurtuluş Savaşçıları olarak övmek büyük bir hata olacaktır.
Bu konuyu daha iyi adlandırmak için İran’dan iki örnek verebiliriz. İran’da ezilen iki ulusun Azeriler ve Kürtlerin ulusalcılığını incelediğimizde Kürt ulusal hareketinin tarihsel olarak sol karakterli olduğunu görürüz, tıpkı İrlanda, Bask, Katalonya, Batı Sahra, ya da uzun tarihsel bir kesit boyunca (ve kısmen hala) Filistin’de olduğu gibi… Ama Azeri milliyetçiliği tarihsel olarak sağ ve aşırı sağ karakterdedir. Bu yüzden İran’daki rejime karşı Azerilerin kendi kaderini tayin hakkını savunurken Azeri milliyetçi örgütlerine karşı dikkatli olmak gerekir. Aşırı sağ karakterde olan ve Türkiye’deki faşist gruplarla bağlantılı Azeri örgütleriyle devrimciler arasında herhangi bir ittifak kurulamaz.
Bir başka örnek de Afganistan’daki durumdur. Taliban uzun yıllar Afganistan’da dünyanın süper gücü ABD’ye karşı ulusal bir savaş örgütlemiştir. Şüphesiz bu savaş Ukrayna’ya göre çok daha eşitsiz koşullarda süren bir savaştı. Şimdi bu durumda Afgan devrimciler Taliban komutasında askere mi yazılacaktır? Maalesef Ukrayna’da bize önerilen budur. Devrimciler ABD işgaline karşı elbette ki tavır aldılar ama aklı başında hiçbir devrimci Taliban ile birlikte ABD’ye karşı savaşmayı düşünmedi bile. Afgan devrimcileri daha güçlü olsalardı ABD’ye ve Taliban’a karşı mücadele eden kendi bağımsız direniş örgütlerini ortaya çıkaracaktı. Maalesef bu girişimler sonuçsuz kalmıştır.
Ukrayna’nın Yakın Tarihi
Ukrayna, SSCB’nin dağılmasıyla sonunda 1991’de bağımsız bir devlete sahip oldu. Üstelik epey büyük bir Ukrayna oluşmuştu. Lenin‘in inisiyatifiyle, Donbas bölgesi SSCB içerisindeki Ukrayna’ya bağlanmıştı. 2.Dünya Savaşı sonrasında Polonya, Romanya ve Çekoslovakya’dan geniş topraklar Ukrayna’ya dahil edildi. Buna bir de Kruşçev’in 1954’te Ukrayna’ya armağan ettiği Kırım’ı da eklediğimizde bir hayli geniş bir Ukrayna Devleti ortaya çıkmış oldu.
Gorbaçov ve Yeltsin, SSCB’nin tabutuna son çiviyi çakarken ABD ile yaptıkları pazarlıklarda NATO’nun eski Doğu Bloku ülkelerine yayılmayacağına dair güvenceler almışlardı. Ama ABD bu anlaşmalara tabi ki uymadı. Bu da Rusya ile ABD arasında bitmeyen gerilimlere yol açacaktı. Bu gerilimin en çok hissedildiği ülke Ukrayna’ydı. 2000’lerin başından itibaren Ukrayna, Rusya ve Batı’nın hegemonya savaşı verdiği bir arenaya dönüştü. Savaşlara sebep olan soru şuydu: “Ukrayna Batı emperyalizmini mi takip edecek yoksa Rusya emperyalizmini mi?” Ukrayna’da Rusya ve Batı yanlısı oligarklar ve bunların temsilcisi olan siyasi elitler kıyasıya mücadele ediyor ve arkalarına bu emperyal merkezleri alıyordu. Üstelik Ukrayna’yı ortadan ikiye bölen toplumsal yapısındaki tarihten gelen ulusal ve kültürel farklılıklar bu mücadelenin bir parçası haline geliyordu.
Yüzlerce yıl Çarlık Rusya’nın parçası olmuş Ukrayna’nın doğu ve güney yarısı Rusça konuşuyor ve kendisini büyük çoğunlukla Rusya’ya yakın görüyorken Ukrayna’nın batı yarısı tam tersine keskin bir Rus karşıtlığı ve anti-komunizm içeren bir Ukrayna milliyetçiliğine ev sahipliği yapıyordu. Doğu’da Rusya ile iş tutan oligarkların Bölgeler Partisi ile yine Rusya’ya yakın Ukrayna Komünist Partisi oyların büyük çoğunluğunu alırken batı Ukrayna’da AB ve NATO yanlısı oligarkların partileri açık ara çoğunluğu alıyordu.
Bu çelişkiler, Ukrayna’nın 2004’ten itibaren büyük çatışmalara sahne olmasına yol açacaktı. 1994-2004 yılları arasında yürüttüğü devlet başkanlığında Rusya ve Batı arasında bir çeşit denge siyaseti izlemeye çalışan Leonid Kucma’nın yerine kimin geleceği çatışmanın fitilini ateşledi. 2004’te yapılan seçimleri az farkla Rusya yanlısı Bölgeler Partisi’nin adayı Yanukoviç kazanınca Batı yanlıları protestolara başladı ve böylelikle “Turuncu Devrim“in startı verildi. Eski SSCB coğrafyasında Batı’nın yoğun şekilde ve materyal araçlarla desteklediği bu gösteriler literatüre renkli devrimler olarak geçecek isyanların ilk halkasını oluşturdu. Neticede seçimler tekrarlandı ve bu sefer Batı yanlısı Yuşçenko‘nun seçimi kazandığı duyuruldu. Ardından 2006’da yapılan parlamento seçimlerini yeniden Rusya yanlısı Bölgeler Partisi kazandı. 2010’daki devlet başkanlığı seçimlerini de yine Rusya yanlısı Bölgeler Partisi’nin adayı Yanukoviç kazandı.
Bu dönemde ülkedeki toplumsal gerginliği ve kutuplaşmayı anlamak için farklı bölgelerde dikilen heykeller de fikir veriyor. 2007’de batıdaki Lviv’de faşist Stepan Bandera’nın heykeli dikilirken 2010’da doğudaki Luhansk’ta Bandera’nın lideri olduğu OUN/UPA’nın kurbanlarını anan bir heykel dikiliyordu.
Euromeydan Dönüm Noktası
Cumhurbaşkanı Yanukoviç’in 2013’te Ukrayna-Avrupa Birliği Ortaklık Anlaşması‘nı imzalamaması üzerine Kiev’de oldukça şiddetli eylemler patlak verdi. Haftalarca süren ve çok kanlı geçen eylemlerde aşırı sağcı sokak güçleri inisiyatifi ele geçirdiler. Neticede Yanukovic ülkeden kaçmak zorunda kaldı. AB-ABD yanlısı güçler Ukrayna’da zaferlerini kutlarken devrimlerini ilan etmişlerdi bile: “Euromeydan”.
Bu süreçte Kiev’de rejim Batı yanlısı, yoğun Ukrayna milliyetçisi ve Rus karşıtı bir içerikle yeniden örgütlendi. Yeni devlet başkanı Yuşçenko 2. Dünya Savaşı’nda Nazilerle işbirliği yaparak Polonyalılar, Yahudiler ve Çingenelere karşı soykırım suçu işleyen Stepan Bandera’ya “Ukrayna’nın Kahramanı” ünvanını verdi. Batı emperyalizminin Yuşçenko ve ona benzer politikacıları demokrasi kahramanları olarak pazarlaması da ayrıca çarpıcıdır.
Bu süreçte aşırı sağ, hem bir sokak gücü olarak hem de resmi devlet çizgisi olarak epey güç kazandı. Kiev’deki yeni yönetim, Ukrayna’nın büyük kültürel azınlıklara sahip bölgelerinin yerel yönetimlerinde kendi dillerini kullanmalarına izin veren Bölgesel Diller Yasası yürürlükten kaldırdı. Böylelikle Rus dili okullarda ve kamu kurumlarında yasaklandı. Aşırı sağcı gruplar kendi paramiliter gruplarını oluşturdular ve hassas konumlarda önemli yerlere geldiler. Haliyle ülkedeki Rus azınlık ve Rusça konuşan geniş kesimler için zor bir dönem başladı. Bu aynı zamanda sol muhalefetin de Rusya yanlısı olmak suçlamasıyla sindirildiği bir dönemdi.
Kiev’de rejim el değiştirirken doğu ve güney Ukrayna’da anti-meydan protestoları başlıyordu. Bütün gelişmeler Ukrayna’nın iç savaşa sürüklendiğini göstermekteydi. Putin bu fırsatı kaçırmayarak Kırım’ı hiç kurşun atmadan ele geçirdi. Donbas’ta Rusya yanlısı ayrılıkçılar yönetim binalarını ele geçirdiler. Odesa, Kharkov, Mariupol gibi bir çok kentte anti-maidan protestoları bastırıldı ve Donbas için çatışmalar başladı.
Kiev rejimi, Ukrayna resmi ordusuyla bütünleşen faşist Azov, Aidar, Dnipro ve Tornado gibi taburlara, Ukrayna Ordusu ile beraber, büyük ölçüde Rusça konuşan bu bölgeleri ele geçirmek için doğuya yürümesini emretti. Odessa‘da çoğunluğu sol gruplardan 48 anti-maidan protestocusu, faşistler tarafından sendika binasında yakılarak katledildi. Yanan binadan atlamak zorunda kalanlardan halen sağlarsa linç edilerek öldürüldüler. Kiev rejimi bugüne kadar bu katliama dair herhangi bir yasal işlem başlatmadı.
Euromaidan sürecine dair önemli bilgiler ABD Dışişleri Bakanlığı Avrupa ve Avrasya İşleri Müsteşarı Victoria Nuland’ın ABD’nin Kiev Büyükelçisi Pyatt ve Estonya Dış İşleri Bakanı Urmas Paet ile yaptığı telefon görüşmelerinin basına sızdırılmasının ardından gün ışığına çıkmıştı. ABD mercilerince yalanlanmayan telefon görüşmesinde Kiev’deki Euromaidan gösterileri sırasında göstericiler ve polisleri öldüren keskin nişancı ateşinin aşırı sağcı güçler tarafından açıldığı söyleniyordu.(6) Nuland ABD Kiev büyükelçisi Pyatt ile yaptığı konuşmada ise Ukrayna’nın yeni başbakanı için aşırı sağ görüşlere yatkın, keskin Rus karşıtı Arseny Yatsenyuk için ısrarcı oluyor; büyükelçinin daha ılımlı gözüken eski boksör Klitscko’yu önermesine sinirleniyor ve bu arada Klitscko’yu isteyen AB’ye de küfür ediyordu. (7) Nitekim ABD’nin dediği oldu ve Yatsenyuk başbakan oldu. İktidar ortağı da faşist Svoboda Partisi idi.
Tarihi bir dönüm noktası Euromaidan’dan sonra ABD Ukrayna’nın kontrolünü ele geçirmişti ama Ukrayna bir daha ülke olarak bütünlüğünün koruyamayacaktı. 1991’de bağımsızlığını kazanan genç Ukrayna’nın kapitalist yöneticileri bağımsız bir politika izlemeyi başaramadılar. Batı’nın ya da Rusya’nın adamı olan oligarklardan daha fazlası da beklenemezdi. Egemen sınıfın bu bölünmesi toplumdaki ulusal/kültürel bölünmelere denk gelince iç savaşın tarafları da şekillenmiş oluyordu. Oligarklardan ve emperyalist merkezlerden bağımsız sosyalist bir partinin Ukraynalı emekçileri birleştirmesi ülkenin tek umudu olabilirdi. Ama böyle bir güç maalesef yoktu. Tam tersine bir hayli güçlü olan Ukrayna milliyetçiliği, ABD sevk ve idaresinde Ukrayna’nın bölünmesi ve iç savaşa sürüklenmesinde katalizör rolü oynadı. Çarlık özentisi Putin, Ukrayna’nın kontrolünü ABD’ye kaptırınca “B planını” devreye sokarak Kırım’ı ele geçirdi ve Donbas’ta patlayan iç savaşın tarafı oldu. Kiev’deki yeni rejim Donbas ve Kırım’ın elden çıkmasını asla kabul etmeyecek, yapılan müzakereler boşa düşecek ve iç savaş düşük yoğunluklu bir şekilde sürecekti. Kiev’in sürekli olarak ordusunu güçlendirdiği ve savaşa hazırlandığı bir ortamda Putin, ABD’den Ukrayna’nın NATO’ya üye olmayacağı taahhüdünü almak istedi. Bu istek reddedilince Rusya işgali başlattı.
Savaş İlerledikçe Tablo Netleşiyor
Putin 24 Şubat’ta Ukrayna’nın işgali için düğmeye bastığında Kiev’i kolayca ele geçirmeyi ve hükümeti düşürmeyi umuyordu. Bunun çok büyük bir yanılgı olduğu kısa zamanda ortaya çıkacaktı. Oysa Ukrayna’nın 8 yıl önceki Ukrayna olmadığı ortadaydı. O zamanlar Rusya hiç çatışmaya girmeden Kırım’ı ele geçirmiş, doğudaki Donbas’ın önemli bir bölümünde de Rusya’nın vekil güçleri olan ayrılıkçılar kontrol sağlamıştı. Bu 8 yıl boyunca Ukrayna devleti NATO desteğinde savaşa hazırlanmış, doğudaki cephelerde savaş gücünü canlı tutmuş, Ukrayna milliyetçiliği üzerinden belirli bir ulusal mutabakat sağlamış, buna uymayanları da bastırmış ve sindirmişti. Kısacası Ukrayna devletinin öyle bir darbeyle yıkılmayacağı ortadaydı. Ama etrafında sadece kendisine duymak istediklerini söyleyen yalakaları tutan diktatörlerin gerçeklikten kopması ve bir özgüven patlamasıyla büyük hatalar yapmasi tarihte hiç de az rastlanan bir durum değildir. İşte Putin’in Kiev’i fethetmek ve kendisine bağlı bir yönetimi Ukrayna’da tesis etmek için giriştiği savaşın birinci bölümü binlerce Rusya askerinin ölmesi ve utanç içinde geri çekilmeye sonuçlandı.
Savaşın ikinci bölümünde Rusya bütün güçlerini Donbass’a kaydırarak saldırılarını yoğunlaştırdı. Ukrayna’nın en savaşçı birlikleriyle karşılaşan Rus ordusu köy köy ağır bedeller ödeyerek ilerleyebildi. Şu ana kadar Luhansk’ı ele geçirdiler ve şimdi Donetsk kampanyası başlayacak. Ama bundan sonrası da Rusya için daha az acılı olmayacak.
ABD ve ortakları Ukrayna ordusuna giderek daha etkili silahlar vererek savaşın gidişatını değiştirmek istiyor. ABD’nin gönderdiği HIMARS füze sistemi, Rus ordusunun ikmal yollarına ve mühümmat depolarına yapılan hassas saldırıları mümkün kılmış durumda. Britanya ordusu Ukrayna’nın iyi eğitilmiş asker açığını kapatmak için 10 bin Ukrayna askerini İngiltere’de askeri eğitime aldı bile(8). NATO tarafı bütün gücüyle Ukrayna ordusuna direnme ve karşı taarruz kapasitesi vermeye çalışıyor.
Rusya tarihte birçok kez olduğu gibi yoğun insan sarfiyatıyla savaşı kazanmaya çalışıyor. İki taraf için de insan kaybı çok yüksek seviyelerde. Putin, en kötü durumda dahi Luhansk’ın ardından Donetsk’te de tam kontrol sağlamadan ateşkes çağrısı yapmak istemeyecektir. ABD cephesi ise NATO’nun yeniden güçlenmesinden ve Avrupa üzerinde kurduğu hakimiyetten gayet memnun. Diğer taraftan ABD/NATO’nun Ukrayna Savaşı’nda bu kadar etkin bir rol alması dünya sol çevrelerinde Ukrayna’ya verilen desteğin azalmasını beraberinde getirdi.
Bağımsız Sosyalist Ukrayna İçin…
Rusya’da devrimci tavır, “devrimci yenilgici” bir pozisyondan geçmektedir. Ulusal birlik atmosferinin Rusya’yı tesir altına aldığı ve yoğun devlet baskısının sürdüğü bir durumda Rusya’daki devrimciler Putin ve oligarklarına karşı devrimci propagandayı yoğunlaştırmalı, işgal karşıtı protestolar için fırsat kollamalıdır.
Batı’da devrimciler Rusya’nın işgaline karşı çıkarken bir yandan da NATO bloğunun yayılmacılığını teşhir etmeli ve savaşın sorumlusu olarak NATO bloğunun geçmişten bugüne izlediği kışkırtıcı politikaları işaret etmelidir. Batı’daki egemen sınıfların ve burjuva medyanın NATO liderliğinde Rusya karşıtı ulusal birlik atmosferi yaratmasına karşı mücadele edilmelidir. Anti-emperyalist içeriği net olan savaş karşıtı bir hareketin gelişmesi için mücadele edilmelidir.
Ukraynalı devrimcilerin pozisyonu ise devrimci savunmadır. Burjuvaziden, her türlü gerici unsurdan ve NATO güçlerinden bağımsız, işçilerin öz direniş örgütlerinin kurulması hedeflenmelidir. Maalesef, Ukraynalı devrimcilerin güçlerinin çok sınırlı olduğunu verili bir durumdur. Bu yüzden işgalci Rusya ordusuna ve aşırı sağcı işbirlikçi Kiev rejimine karşı devrimciler kendi güçlerine uygun örgütlenme biçimleri oluşturmalıdır. Stalinist geçmişin ağır hasarları yüzünden bütün eski Doğu Bloku ülkelerinde sol çok zayıftır, Ukrayna’da durum daha da kötüdür çünkü Kiev rejimi kendisini eleştiren sol güçleri tasfiye etmiştir. Diğer taraftan bu zayıflıktan kurtulmak için devrimciler Ukrayna milliyetçiliğinin ve liderliğini yapan Kiev rejiminin peşine takılamaz.
Ukraynalı devrimciler işgalci Rus ordusuna karşı bağımsız devrimci savunma örgütlerini kurmaya çalışmalıdır. Bu en ileri durumda devrimcilerin kendi silahlı kontrol bölgelerini oluşturmasıdır. En zayıf halinde de devrimciler bağımsız sınıf tavrı temelinde kendi örgütlü güçlerini geliştirmelidir. Bunu yaparken Kiev’deki oligarkların, Zelensky hükümetinin ve diğer milliyetçi örgütlerin sınıf düşmanlarımız olduğu akıldan çıkarılmamalıdır.
Mümkün olan en yaygın biçimde kitlelere ABD ve Rusya yanlısı Ukraynalı oligarkların Ukrayna’yı nasıl emperyalist kuvvetlerin vasalları haline getirdiklerinin anlatılması ve Ukrayna tarihinin yakın dönemin derslerinin çıkarılması büyük önem taşımaktadır. Bugün Kiev’deki rejime muhalif bir yapının yasal olarak faaliyet göstermesine izin verilmemektedir. Bu yüzden illegal koşullarda da olsa işçi sınıfı içerisinde Putin’e ve Kiev’deki milliyetçi burjuvalara sempati duymayan kesimlere ulaşmanın yolları bulunmalıdır. Kiev’deki milliyetçilerle aynı cephede konuşlanmak ise işçi düşmanı ve aşırı sağcı güçlere teslim olmak demektir. Devrimciler Rus işgaline karşı mücadele ederken Donbas’ın kendi kaderini tayin hakkını savunmaya devam edeceklerdir.
Referanslar:
- https://lis-isl.org/en/2022/07/02/un-aporte-sobre-la-guerra-y-los-debates-en-la-izquierda/
- https://www.reuters.com/world/us/after-delay-congress-sends-40-billion-ukraine-aid-package-biden-2022-05-19/
- https://researchbriefings.files.parliament.uk/documents/CBP-9477/CBP-9477.pdf
- https://en.wikipedia.org/wiki/2012_Ukrainian_parliamentary_election
- BBC Newsnight, Ukraine: On patrol with the far-right National Militia ( https://www.youtube.com/watch?v=hE6b4ao8gAQ )
- BBC, February 2014, Ukraine crisis: Transcript of leaked Nuland-Pyatt call (https://www.bbc.com/news/world-europe-26079957)
- CNN, March 2014, Leaked call raises questions about who was behind sniper attacks in Ukraine (https://edition.cnn.com/2014/03/05/world/europe/ukraine-leaked-audio-recording/index.html)
- The Guardian, July 2022, Ukrainian soldiers arrive in UK for training with British forces (https://www.theguardian.com/world/2022/jul/09/ukrainian-soldiers-arrive-uk-training-british-forces)